Volume 3, Issue 2, September 2011
       

Muharrem Hilmi ÖZEV

Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkelerinde Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Dönüşüm

Tunus ve Mısır‟da rejimlerin hızla düĢmesi diğer Arap ülkelerinin tamamını etkilemiĢ ve bölgede bir değiĢim süreci baĢlatmıĢtır. Bölgenin kendi iç dinamikleri kadar, Batılı ülkelerin bölge ile ilgili algılamalarında ve gelecek projeksiyonlarında görülen değiĢiklikler bu sürecin baĢlamasında etkili olmuĢtur. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun çökmesinin ardından uygulanan kimlik politikaları ve ekonomik sıkıntılar da son geliĢmelerin temel nedenleri arasında yer almıĢtır. Bölgede genç nüfusun ve yoksulluğun hızla artması, polis devleti uygulamaları ve insan hakları ihlalleri, vb. nedenler değiĢime neden olan bölgesel iç dinamikleri teĢkil etmiĢtir. Ortadoğu‟daki radikal hareketlerin Batı için tehlikeli boyutlara ulaĢması ve Batı‟nın liberal pazarlara ve yatırım alanlarına duyduğu ihtiyacın artması, Batı‟yı bölge için demokrasi çağrıları yapmaya itmiĢtir. Önümüzdeki dönemde demokratik taleplerin ve bölge halkları arasında etkileĢimin artması, Mısır ile birlikte Türkiye‟nin bölgedeki etkinliğinin had safhaya eriĢmesi, Ġsrail‟in mevcut politikalarını gözden geçirmek zorunda kalması, Batı ile bölge ülkeleri arasındaki iliĢkilerin yeniden tanımlanması beklenilmelidir. Anahtar kelimeler: Ortadoğu, Kuzey Afrika Ülkeleri, DeğiĢim, DönüĢüm. POLITICAL, ECONOMIC AND SOCIAL TRANSFORMATION IN THE MIDDLE EASTERN AND NORTH AFRICAN COUNTRIES ABSTRACT
Fall of the regimes in Tunisia and Egypt have impacted all the other Arab countries and commenced a period of change in the Middle East and North Africa. Alterations in the internal dynamics of the region and in the perceptions and future projections of the western countries have taken effect in this change. Identity politics which was implemented after the collapse of the Ottoman Empire and economic troubles have taken place among the leading motives of the latest developments. The rapid increase of young population and poverty in the region, police state practices and human rights abuses, etc. have constituted the regional dynamics of the change. The fact that the radical movements in the region attained dangerous dimensions and increase in the needs of the western countries to liberal markets and
229 Muharrem Hilmi Özev
investment areas have led the western countries to call for democracy for the countries of the region. In the coming period, quest for qualified democracies and interaction among the countries of the region will increase; activities of Egypt and Turkey in the region will reach to an ultimate level, Israel will be forced to review its current policies, relations between the West and the countries of the region will be redefined. Keywords: Middle Eastern, North African Countries, Change, Transformation. GiriĢ Arap dünyasında son dönemde görülen hareketliliği, Tunus ve Mısır‟da rejimlerin hızla düĢmesini; Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerdeki köklü rejimleri tartıĢılır hale getirmesini nasıl yorumlamalıyız? DeğiĢim bu ülkelerin kendi iç dinamiklerinden mi kaynaklanmaktaydı, Batılı ülkelerin bölgede yürüttükleri gizli operasyonların bir sonucu muydu, yoksa her iki yönden etkili olan bir takım faktörlerin bir sonucu muydu? Bu soruların cevabını verebilmek için öncelikle 20. yüzyılda bu ülkelerin kuruluĢ süreçlerinde görülen temel özellikleri hatırlamak ve daha sonra yakın dönemde gerçekleĢen olayları konstrüktivist uluslararası iliĢkiler teorisinde önerilen süreç analizi mantığıyla mercek altına almak gerekmektedir. SSCB‟nin çöküĢünün realist paradigma tarafından tahmin edilemediği, bu nedenle konstrüktivist teorinin de içinde yer aldığı eleĢtirel teorilerin ortaya çıkması için uygun bir zemin hazırladığı ileri sürülmüĢtür (Kratochwil, 1998: 205-240). Bu nedenle, 1990‟lı yıllardan itibaren uluslararası iliĢkiler ile ilgili çalıĢmalar sadece reel politik açıdan değil, ekonomi politik ve kimlik politikaları açısından da incelenmeye baĢlanmıĢtır.1 Ortadoğu uluslararası iliĢkilerinin alâmet-i fârikası reel politik yanında kimlik politikalarının da bariz bir biçimde etkisini hissettirmesidir. Bu nedenle söz konusu ülkeler ile ilgili olarak sadece reel politik düzlemde yapılan açıklamalar doyurucu olmaktan uzaktır. Konstrüktivist uluslararası iliĢkiler teorisi realist güç konfigürasyonu ile birlikte kimlik politikalarını da açıklama çerçevesine dahil etmekte ve bu nedenle Ortadoğu ülkeleri ile ilgili son derece elveriĢli açıklama çerçevesi sunmaktadır.2 Konstrüktivist teori ideolojilerin, inançların, düĢüncelerin; siyasi, sosyal ve düĢünsel kimliklerin sadece nasıl etkili olduklarını değil, aktörlerce bu kimliklerin nasıl yönlendirildiğini de bir süreç içerisinde incelemeye çalıĢır.
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 230
Kaynak: Alexander Wendt, “Anarchy is What States Make of It: The Social Construction of Power Politics” International Organization, 46, 2 (Spring 1992), ss. 391–426, (s. 406). Konstrüktivist teori reel politik ve ekonomi politik bakıĢ açılarını yadsımaksızın, aktörlerin bireysel özelliklerine ve toplumsal inĢa sürecine vurgu yapar. Teoriye göre kimlik politikaları devletlerin uluslararası iliĢkilerini belirler. Ancak bu etki tek yönlü değil, enteraktiftir. Yani kimlik politikaları aktörler tarafından yönlendirilebilir. Aktörler kendileri demokratik, otoriter vb. kimlikler belirleme konusunda bir dereceye kadar etkili olabilirler. Ayrıca, uluslararası alandaki aktörler kimin dost, rakip ya da düĢman olacağını bir ölçüye kadar kendileri belirleyebilirler ve düĢman kabul ettikleri aktörleri dost ya da rakip aktörler haline getirebilirler. Bu açıdan bakıldığında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin genel uluslararası çerçeve içerisindeki özgün konumlarını, uluslararası iliĢkilerdeki genel tartıĢmaları da göz ardı etmeden açıklamak için oldukça uygun bir zemin sunmaktadır. Bu çalıĢmada Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin son dönemde yaĢadıkları dönüĢüm güç konfigürasyonu, ekonomik arka plan, düĢüncelerin ve kimliklerin uluslararası siyaset üzerindeki etkisi gibi faktörler göz önünde bulundurularak süreç analizi mantığı ile değerlendirilmeye çalıĢılacaktır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri ve Kimlik Politikaları
Ortadoğu ülkelerinin bazıları Birinci Dünya SavaĢı‟nın, büyük çoğunluğu ise Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın ardından bağımsızlıklarını kazanmıĢlardır. Bu ülkelerdeki yönetici elit, ister
231 Muharrem Hilmi Özev
kapitalist sistemi, ister sosyalist sistemi benimsemiĢ olsun, genel olarak Batı eğilimli kiĢilerden oluĢmaktaydı ve bu elitin ideali eğitim, sanat, kültür, ekonomi ve toplum alanlarında ileri bir aĢama olarak gördükleri Batı‟yı yakalamaktı.3 Bu durum ilerici bir anlayıĢla halkı eğitmeyi ve yönlendirmeyi amaçlayan muhafazakar, kapitalist ya da sosyalist yönetimlerin, halka yabancılaĢmıĢ ve baskıcı klikler haline gelmesine neden olmaktaydı. Halklar ise gelenek ile bağını sorunlu hale getirmiĢ olan bu yönetimler tarafından uygulanan politikalara bir tür pasif direniĢ göstermekteydi. Suriye‟de Nusayri azınlığın, Irak‟ta ise Sünni azınlığın, hatta sayıları sadece yüzlerle ifade edilen küçük grupların iktidarı ele geçirmesi (at-Tawbah, 2011) olaylarında görülen nevi Ģahsına münhasır kimlik politikaları ise yönetimler ve halklar arasındaki uçurumu daha da derinleĢtirmekteydi. Bu yabancılaĢma sonucunda, örneğin Mısır‟da yapılan 2005 ve 2010 seçimlerine katılım oranları sırasıyla %25‟i ve %35‟i aĢamamıĢtır. Arap dünyasını özgün kılan önemli bir nokta da, modernleĢmenin bir gereği olarak uygulanmaya çalıĢılan ulus kimliği ve ulus-devlet inĢa projelerinin baĢarısızlıkla sonuçlanmasıydı (Ibrahim, 1996: 235). Bunun en önemli nedeni elbette ki Birinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra bölgede sınırların Batılı ülkelerin çıkarlarına uygun olarak keyfi biçimde belirlenmesiydi (Gause, 1996: 24; Hinnebusch, 2003: 2). Bu uygulama bölgede kimlikler ile çıkarlar arasında derin bir uyumsuzluk ortaya çıkardı. Çünkü Arap ve Ġslam kimliği sınırları aĢmaktaydı. Bu durumda söz konusu iki kimliğin her ikisini ya da sadece birini kullanarak bir ulus inĢası gerçekleĢtirme imkanı ortadan kalkmıĢtı. Arap milliyetçiliğine dayalı kimlik anlayıĢının tüm Arap dünyasını, Ġslami kimliğin ise tüm Ġslam dünyasını kapsıyor olması bu iki kimliğe dayalı bir ulusal / ülkesel4 kimlik geliĢtirilmesini imkansız kılmıĢ ve dolayısıyla modernleĢme çabası içindeki bölge ülkelerinin Batı‟daki anlamıyla bir ulus inĢa etmelerini güçleĢtirmiĢtir (Hinnebusch, 2003: 7). Bu durum Ortadoğu ülkelerinde yönetimler için derin bir meĢruiyet krizinin ortaya çıkmasına neden olmuĢtur.
Kimlik sorununu aĢmak isteyen yönetimlerden Mısır, Suriye ve Irak gibi bazıları laik bir Arap kimliğine dayalı ulus inĢası, Suudi Arabistan gibi bazı ülkeler dine dayalı bir ülkesel kimlik inĢası5 yoluna gitmiĢlerdir. Libya ve Yemen gibi bazı ülkeler ise bir dönem için bölgede etkili olan Arap milliyetçiliği rüzgarlarının etkisinde kalmıĢlarsa da, ülkesel farklılıkları korumak amacıyla geleneksel kabile bağlarını koruma ve güçlendirme yolunu tercih etmiĢlerdir. Arap milliyetçiliğinin etkisinden korunmak isteyen monarĢiler de kabile kimliklerini bir ölçüde korumaya özen göstermiĢlerdir. Bu amaçla yürütülen kimlik
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 232
politikaları bölge uluslararası iliĢkilerindeki istikrarsızlığın en önemli nedenlerinden biri olmuĢtur. Kimlik politikaları ile dahili meĢruiyet sorununu aĢamayan bölge ülkeleri çareyi dıĢ güçlerden (Batı ve SSCB) destek alan baskıcı yönetimler kurmakta bulmuĢlardır. Soğuk SavaĢ süresince bu durum bölgede kendilerine yandaĢ ülkeler bulundurmayı zorunlu sayan Batılı ülkelerin ve SSCB‟nin iĢine gelmiĢtir. 1970‟lerin sonunda patlak veren ve 1980‟li yıllar boyunca olanca yoğunluğu ile devam eden Afganistan krizi Ortadoğu ülkelerindeki rejimler ile büyük güçler arasındaki iliĢkilerin en çarpıcı örneklerinden birini teĢkil etmiĢtir. Bu iliĢki biçimi Soğuk SavaĢ süresince bölgedeki despot yönetimleri sürekli hale getirmiĢtir. Bilindiği üzere SSCB‟nin ortadan kalkmasının temel nedenlerinden biri Batı ile sürdürdüğü silahlanma yarıĢını kaybetmesi ise, diğer bir nedeni Batılı ülkelerdeki refah düzeyinin Sovyet ülkelerinin kat be kat üstüne çıkması ve rejimin halklar nezdinde meĢruiyetini kaybetmesi sonucu toplumsal patlama olasılığının ufukta gözükmesiydi. Esasen SSCB‟nin refah düzeyi Birliğin kuruluĢundan beri oldukça geri durumdaydı ve Doğu Bloğu ülkeleri bu durumdan kaynaklanan meĢruiyet sorununu özgürlükleri kısıtlayarak aĢmaya çalıĢmaktaydılar. Ancak 1980‟li yıllarda ivme kazanan küreselleĢme dalgası, yani iĢ gücü, finans ve enformasyon akıĢının gittikçe daha az kontrol edilebilir hale gelmesi sonucu halklar arası etkileĢim artmaya baĢlamıĢtı. Bunun sosyal patlamalara gebe bir ortam oluĢturduğunu gören SSCB‟li (daha ziyade Rus) yöneticiler olayları kontrol edilemez bir noktaya gelmeden önce müdahaleye karar vermiĢ ve küçülerek korunma ve güçlenme stratejisi izleyerek birliği dağıtmıĢtır. SSCB‟nin dağılması ile birlikte Doğu Avrupa‟daki komünist rejimlerin dıĢ dayanakları ortadan kalkmıĢ ve bu rejimler birer birer çözülmüĢtür. Orta ve Doğu Avrupa‟da Soğuk SavaĢ döneminde varlığını sürdüren dikta rejimleri SSCB‟nin dağılması ile birlikte yerlerini demokratik yönetimlere bırakmıĢlardır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika‟daki Soğuk SavaĢ bakiyesi dikta ve monarĢilerin de bu dönemden itibaren ciddi bir değiĢim ve dönüĢüm sürecine girmeleri beklenebilirdi ama bu rejimler Soğuk SavaĢ‟ın ardından 20 yıl geçmiĢ olmasına rağmen varlıklarını hala korumaktaydılar. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkan halk hareketleri bölge ile ilgili ister kimlik politikaları açısından bakılsın, ister ekonomi politik teoriler açısından bakılsın, 2010 yılı itibariyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde mevcut gergin durumun patlamalara gebe olduğu alan çalıĢmaları yapanlarca sıklıkla dile getirilen bir noktaydı. Ne var ki, beklenen sarsıntının, tıpkı deprem tahminlerinde olduğu gibi, tam olarak ne zaman gerçekleĢeceğini önceden söylemek imkansızdı.
233 Muharrem Hilmi Özev
SSCB‟nin ortadan kalkması, Ortadoğu‟da Doğu Bloğu karĢısında bir denge arayıĢı içerisinde olan Batı‟nın da bölge politikalarını gözden geçirmesini gerektirmekteydi. Ne var ki Batılı ülkeler hızlı bir değiĢimi bölgedeki çıkarları ve Ġsrail‟in bekası açısından tehlikeli görmüĢ olmalıydılar ki, yakın iliĢki içerisinde oldukları baskıcı rejimleri desteklemeyi sürdürdüler. Bu nedenle, Ortadoğu‟da Doğu Bloğu ülkeleri ile eĢzamanlı olarak yaĢanması beklenen dönüĢüm en az yirmi yıl daha gecikmiĢ oldu. SSCB‟nin tarih sahnesinden çekilmesi ve Soğuk SavaĢ‟ın sona ermesiyle birlikte Batılı ülkelerin bölgedeki diktatörlüklere duyduğu ihtiyaç da ortadan kalkmıĢtır. Buna rağmen Ġsrail‟in güvenliği ve Batılı ülkelerin mevcut çıkar iliĢkilerinin bir süre daha devam etmesi için, bölgedeki dikta rejimlerinin Soğuk SavaĢ‟ı izleyen dönemde de devam etmesine göz yumulmuĢtur.
2000‟li yıllara yaklaĢılırken bu durumun daha fazla sürdürülemeyeceği anlaĢılmıĢ, bunun üzerine ABD‟de basın ve akademik çevreler, 1990‟ların sonlarından itibaren bölgenin demokratikleĢmesi gerektiği yönünde görüĢ açıklamaya baĢlamıĢlardır.6 11 Eylül olayları Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için Batı‟dan gelen demokrasi taleplerinin yoğunlaĢmasına neden olmuĢtur. Çünkü Batılı ülkeler demokrasiyi bölgede yükselen radikalizmin engellenebilmesi için kaçınılmaz bir gereklilik olarak görmeye baĢlamıĢlardır (Rubin, 2011). Nitekim 2002 yılında ABD DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell Büyük Ortadoğu Projesi‟ni ve bölge için demokrasi taleplerini resmi ağızdan açıklamıĢ (Sharp, 2005: 1) ve 2003 yılında BaĢkan Bush bölgenin demokratikleĢmesi gerektiğini “Batılı ülkelerin altmış yıldır Ortadoğu’da demokrasi eksikliğini görmezden gelmeleri ve bu durumdan rahatsız olmamaları güvenliğimiz için hiçbir yarar sağlamamıştır” (Kaye ve diğerleri, 2008: iii) sözleri ile dile getirmiĢtir. Batılı ülkelerin bölge için demokrasi talep etmeye baĢlamalarının bir takım nedenleri bulunmaktaydı. Her Ģeyden önce halklardan kopuk yönetimler bölgede Batı için son derece tehlikeli olan radikal akımlar lehine elveriĢli bir ortam oluĢturmaktaydı. Afganistan‟da SSCB‟ye karĢı mücadele eden unsurlar, SSCB‟nin ortadan kalkmasıyla Batı‟yı hedef almaya baĢlamıĢlardı (Gerges, 2005: 25). Ortadoğu‟daki antidemokratik ortam rejimlere gücenik kitlelerin hızla bu radikal akımlara katılmalarına teĢne bir ortam oluĢturmaktaydı. Nitekim dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin önemli bir bölümünü elinde bulunduran bölgede7 radikal akımların faaliyetleri 1990‟ların ikinci yarısında dünya enerji güvenliğini tehdit edecek boyutlara eriĢmiĢti.
Ġkinci olarak, Ortadoğu bölgesindeki anti demokratik ortamda filizlenen radikal unsurlar sadece Ortadoğu ülkelerini ve Batılı ülkelerin bölgedeki çıkarlarını değil, doğrudan
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 234
doğruya Batılı ülkelerin güvenliğini tehdit edecek boyutlara eriĢmiĢti. 11 Eylül olaylarını ve Batılı baĢkentlere yönelik diğer terör saldırılarını gerçekleĢtirenlerin temel argümanları, Batı‟nın bölgedeki varlığını diktatörler ve Batı yanlısı monarĢiler aracılığıyla sürdürdüğü ve bu durumun bölge ülkelerinin koĢullarının katlanılamayacak denli kötüleĢmesine neden olduğuydu (Commins, 2006: 157, 172, 176). Bu argümanlar, Ortadoğu halkları nezdinde genel kabul görmekte ve halkların Batı‟ya duyduğu öfke her geçen gün katlanarak artmaktaydı. Bu öfkenin yatıĢtırılması için bölgedeki yönetimlerin halklar nezdinde meĢruiyet kazanması gerekmekteydi ve bunun da tek yolu demokrasiydi. Üçüncüsü, radikal akımların her geçen biraz daha güçlenmesi Ġsrail‟in durumunu biraz daha problemli hale getirmekte8 ve bu ülkeyi ciddi bir beka sorunu ile karĢı karĢıya bırakmaktaydı. Bölge ülkelerinde halklar Filistin‟de yaĢanan dramın sorumlusu olarak monarĢik ve diktatör yönetimleri ve bu yönetimleri destekleyen Batılı ülkeleri göstermekteydiler. Ġsrail‟in, bölge uluslararası iliĢkilerindeki pozisyonunun normalleĢmesi ve beka sorununa köklü bir çözüm getirilebilmesi için de bölgede Batı tarafından “kabul edilebilir” demokrasilerin kurulması –ABD ve Ġsrail‟deki aĢırı muhafazakar çevrelerin tüm çekince ve itirazlarına rağmen- gerekmekteydi (Bellin, 2008). Batılı ülkeleri bölgede demokrasi arayıĢına iten dördüncü önemli neden ise yeni pazarlara ve yatırım alanlarına duyulan ihtiyacın artmasıydı. Petrol stratejik bir hammadde özelliğini korusa da, biliĢim ve elektronik sektöründe ortaya çıkan yeni ürünler ile ilgili Ģirketlerin ciroları enerji Ģirketlerinin cirolarını aĢmaya baĢlamıĢtı ve bu yeni ürünler için daha fazla pazara ihtiyaç duyulmaktaydı. Kalabalık nüfusa sahip olan Uzak Doğu, Doğu ve Güney Asya ülkeleri bu noktada Batılı ülkeler için verimli birer pazar olma özelliğini korusalar da, hızlı geliĢme oranları, coğrafi ve kültürel yakınlık ve benzeri nedenlerden dolayı uzun vadede bu pazarların Çin ve Hindistan gibi ülkelere kaptırılması ihtimali vardı. Bu nedenle Batı kendisi ile daha ilgili gördüğü Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin verimli bir pazar haline gelmesini ekonomik çıkarları açısından önemli görmeye baĢlamıĢ olabilirdi. Nüfusu yarım milyara yaklaĢan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin alım gücünün yükseltilebilmesi bölgede kontrollü bir refah artıĢının gerçekleĢmesine bağlıydı. Kayırmacılığın ve yolsuzlukların had safhaya eriĢtiği ülkelerde demokratikleĢme olmadan böyle bir refah artıĢının gerçekleĢmesi imkansızdı.
Bölge ülkeleri Arap Baharı‟ndan önce de dıĢ ticaret ve dıĢ yatırımlar bakımından Batılı ülkelerle pek çok anlaĢma imzalamıĢ durumdaydılar. Ama bu ülkelerdeki yasal alt yapı, mevzuat ve bürokratik iliĢki kalıpları Batı kökenli iĢ dünyasının rahat ve güven içinde çalıĢabileceği bir ortam sunmaktan çok uzaktı. Bölgenin Batılı yatırımcılar açısından daha
235 Muharrem Hilmi Özev
istikrarlı ve güvenli bir ortam haline gelmesinin olmazsa olmaz koĢulu ise anayasal ve Ģeffaf demokratik rejimlerin kurulmasından geçmekteydi. Nitekim Dünya Bankası ve Batı etkisindeki araĢtırma merkezleri tarafından yayınlanan raporlarda bölge ülkelerinin bu konudaki eksiklikleri sıklıkla dile getirilmekteydi (Avartani, 2008). Son olarak Çin ve Rusya gibi ülkelerin gelecekte Batı‟nın bölgedeki etki alanını daraltmaları olasılığı da Batı‟yı bölgede demokrasi arayıĢına itmiĢ olabilirdi. Çünkü demokratik barıĢ teorilerinin (Russet, 1993: 3-16; Kasler & Thompson, 2005: 3-35) de öngördüğü üzere, bölgede geliĢen demokrasilerin dıĢ politikaları Batı demokrasileri üzerine yoğunlaĢacak ve bu durum gelecekte daha da güçlenebileceği düĢünülen otokratik güçlerinin bölgeye nüfuz etmelerinin önüne set çekebilecekti. Ayrıca, demokratikleĢme sürecinin baĢarılı olmasının ardından Müslüman Ortadoğu ülkeleri yönetimleri ve halkları ile Batı arasında iyi iliĢkiler kurulabilmesi halinde, Batı dünyası yüz milyonlarla ifade edilen Müslüman nüfusa sahip Çin, Hindistan ve Rusya üzerinde kontrol kurma, en azından bu ülkelerin dıĢ politikalarını kontrol etme bakımından elveriĢli bir dayanağa sahip olma imkanı bulabilirdi. 1990‟lı yıllarda tek süper güç olarak yalnız kalan ABD‟nin dünya ekonomisindeki payı 2000‟li yıllara gelindiğinde küçülmüĢ; Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Türkiye ve Ġran gibi yeni aktörler Batı‟nın uluslararası alandaki etkinliğini sınırlandırmaya, tek baĢına davranıĢlarını kısmen de olsa engellemeye baĢlamıĢlardı. Son dönemde varlıklarını hissettirmeye baĢlayan bu yeni güçler kronik sorunlarla dolu Ortadoğu‟ya daha rahat müdahale edebilirler ve Batılı ülkelerin çıkarlarını sadece Ortadoğu‟da değil tüm dünyada zora sokabilirlerdi. Özellikle Çin ve Rusya‟nın bir blok halinde Batı karĢıtı bir kamp oluĢturmaları ve Ortadoğu‟daki diktatörlüklerle daha yakın iliĢkiler kurmaları olasılığı Batı dünyasında Ortadoğu ülkeleri ile iliĢkilerin demokrasi zemininde bir an önce daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir biçimde yeniden inĢa edilmesi gerektiğini düĢündürmeye baĢladı. Demokratik hukuk devleti diktatörlükle yönetilen büyük devletlerle iliĢkilerin derinleĢmesini engelleyebilirdi. Bunun tek yolu ise halklar nezdinde meĢruiyet sahibi olan demokratik yönetimlerin ortaya çıkmasını sağlamak ve bu yeni yönetimler ile yeni iliĢkiler ağı oluĢturmaktı. Ve bu hedef yükselen yeni güçlerin Ortadoğu‟ya daha etkin bir biçimde müdahil olma gücüne sahip olmalarından önce gerçekleĢtirilmeliydi.
Öte yandan, 11 Eylül 2001 olayları Batı açısından Ortadoğu‟daki durumun vahametini bütün çıplaklığı ile ortaya koymuĢtur. Ne var ki, ABD‟de Yeni Muhafazakarların iktidara gelmesi ve bölgenin demokrasiye geçiĢini kontrollü ve hızlı bir biçimde gerçekleĢtirme amacıyla yürürlüğe koydukları ve Afganistan ve Irak‟ın iĢgali ile somutlaĢtırdıkları son derece
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 236
safça ve Ģiddete dayalı politikalar ters tepmiĢ ve bölgenin demokratikleĢmesini en az bir on yıl daha geciktirmiĢtir. 11 Eylül olaylarının ardından ABD terörizmle mücadele ve demokrasi söylemleri çerçevesinde Afganistan ve Irak‟ı iĢgal etmiĢtir. Ne var ki, ABD iĢgal ettiği her iki ülkede de, gerek terörizmi engelleme, gerekse demokrasinin kurumsallaĢması anlamında, aksi yöndeki iddialara rağmen9, ciddi bir mesafe kaydedememiĢtir. Dahası, bu iki ülkede insan hakları, ekonomik durum ve güvenlik ortamı iĢgal öncesi dönemlerden bile daha kötü bir duruma gelmiĢtir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri açısından bakıldığında bu durum bir yandan demokrasi yanlısı eğilimleri umutsuzluğa sürüklemiĢ, diğer yandan ise diktatörlük ve monarĢilerin konumlarını biraz daha sağlama almalarına ve ömürlerini uzatmalarına neden olmuĢtur. Batılı ülkelerin bölgeye yönelik demokrasi arayıĢları ve söylemleri bölgede demokrasi arayıĢına can veren iç dinamikleri görmemizi engellememelidir. Bu durumu Mısır örneği üzerinden biraz daha açıklığa kavuĢturabiliriz. Bölge Ġç Dinamikleri ve DemokratikleĢme
Tunus‟ta baĢlayan ve tüm Arap dünyasını kuĢatan değiĢim rüzgarı Arap halkları arasında değiĢim arzusunun sadece 2010 yılı sonu itibariyle baĢladığı gibi bir yanılgıya meydan vermemelidir. Örneğin Osmanlı‟nın son dönemlerinden itibaren ciddi muhalefet hareketlerine sahne olan ve ciddi bir muhalefet kültürüne sahip olan Mısır‟da, gerek Ġngiltere hakimiyeti döneminde, gerek bağımsızlık döneminin ilk yıllarında, gerekse Nasır döneminde muhalefet hareketleri hiç eksik olmamıĢtır. Son 30 yıllık dönem itibariyle bakıldığında ise, Camp David anlaĢmasından bu yana halkın hükümete olan öfkesini gösterme amaçlı pek çok eylem gerçekleĢtirilmiĢtir. Enver Sedat‟a düzenlenen suikast Camp David AntlaĢması‟nın bir sonucuydu. Bunu Cemaat-i Ġslami tarafından yapılan gösteriler ve bu gösterilen bastırılması olayları izledi. Daha sonra ise Müslüman KardeĢler, Vafd, Demokratlar Birliği, Liberaller, Nasırcılar ya da Sosyalistler gibi geleneksel gruplar tarafından hükümet aleyhine yapılan gösteri giriĢimlerinin ardı arkası kesilmedi.10
2000 yılı Ġsrail‟in Al-Aksa intifadasını bastırması sırasında hükümetin pasif kalmasını protesto eden Kahire, Mansura ve Ġskenderiye üniversitelerinden pek çok öğrencinin de katıldığı gösterilere sahne oldu. 2003 Irak iĢgaline karĢı hükümetin tutumunu eleĢtiren gösteriler sırasında “20 Mart DeğiĢim Hareketi” ortaya çıktı. 2004‟te Cemal Mübarek‟in baĢkan adaylığı söylentileri üzerine “Uzatmaya hayır! Veliahtlığa hayır!” sloganları eĢliğinde “Kifaye” (Yeter!) hareketi çok sayıda taraftar topladı. 2005 yılı yargı mensuplarının yargı
237 Muharrem Hilmi Özev
bağımsızlığı taleplerine, 2006 yılı yasak olmasına rağmen büyük iĢçi grevlerine tanık oldu. 2007 yılında doktorlar, öğretmenler ve mühendisler gibi meslek grupları gibi hükümet aleyhtarı giriĢim tarafından pek çok gösteri gerçekleĢtirildi (at-Tawbah, 2011). 2008 yılı Mısır için bazı bölgelerde görülen içme ve sulama suyu sıkıntısı nedeniyle hükümet karĢıtı gösterilerin “Su Devrimi” adını aldığı (at-Tawbah, 2011), ekmek kuyruğu kavgalarına ve daha da önemlisi reformla verilen toprakların geri alınmasına ve gübre sübvansiyonlarının kaldırılmasına tepki gösteren çiftçilerin gösterilerine sahne olmuĢtur. 2010 yılında ise parlamentonun üst kanadının yenilenmesi için yapılan seçimler Wafd, Karamah, Demokratik Cephe, Yarın, Nasırcılar Birliği, Liberaller ve Müslüman KardeĢler gibi partiler ve “DeğiĢim Cephesi”, “DeğiĢim için Halk Atılımı”, “DeğiĢim Yanlısı Edebiyatçı ve Sanatçılar” gibi değiĢim isteyen gruplar tarafından protesto edilmiĢtir (Alshobaki, 2010). Demokrasi ve özgürleĢme taleplerinin ön plana çıkaran bu tür gösteri ve olaylar sadece Mısır ile sınırlı değildi. Örneğin, 1990‟lı yıllarda Libya‟da demokrasi talep eden muhaliflerden pek çoğu tutuklanmıĢtı. Tunus‟ta iktidar için ciddi bir tehdit olarak görülen muhalif lider ĞannuĢi Ġngiltere‟de sürgünde yaĢamaktaydı. Cezayir, Suriye ve Yemen‟de de benzer bir atmosfer hakimdi. Söz konusu dönemde bu ülkelerde muhalefetin baĢının Ġslami hareketler çekmekteydi.11 Körfez‟deki monarĢilerde ise, liberallerin sesi kısık kalsa da, muhalif kesimler tepkilerini daha ziyade din adına ortaya koymakta ve monarĢilere toplu dilekçeler sunmaktaydılar (Peterson, 1988: 190-6; Abu –Hamad, 1992: 55-63). Bölge ülkelerinin dıĢ politikaları açısından bakıldığında, Ġsrail‟in özellikle Gazze kuĢatması ve Dökme KurĢun Operasyonu gibi uygulamaları karĢısında sergilenen pasif tavır ve tutumlar da halklar ile yönetimler arasındaki ayrıĢmanın derinleĢmesine neden olmuĢtur. Arap ve Ġslam kimlikleri nedeniyle yakınlık duydukları Filistin halkının yalnızlığı bölge ülkelerindeki halklar ile yönetimler arasındaki ayrıĢmayı biraz daha derinleĢtirmiĢtir. Söz konusu yönetimlerin bölgedeki ABD planları karĢısında pasif kalmaları, örneğin Mısır‟ın Kamp David AntlaĢması ile Sina‟nın boĢaltılmasına karĢılık asker sayısını ve silahlanma düzeyini sınırlandırmayı kabul etmesi, 1991 yılında Irak‟a uygulanan ambargoya katılması ve 2003 yılında bu ülkenin iĢgal edilmesi, bölünmesi ve petrolünün ABD politikalarına göre iĢletilmesi karĢısında pasif kalması gibi tutum ve davranıĢlar yönetim-halk ayrıĢmasını daha da derinleĢtirmiĢtir.
Ortadoğu ülkelerinde yönetimler karĢı karĢıya bulundukları meĢruiyet sorununu çözebilecek kimlik politikaları geliĢtiremedikleri için ülkelerini birer polis devletine çevirme ve vatandaĢları istihbarat kıskacı ile kontrol etme yoluna gitmiĢlerdir (Amnesty International, 2010). Mısır‟daki gösterilerde “ekmek, özgürlük, adalet ya da Karamah (insan onuruna
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 238
saygı)” sloganlarının kullanılmıĢ olması bu anlamda önemliydi. Keyfi gözaltılar, hesap sorulamazlık, iĢkence, ölüm vakaları, polis sayısındaki aĢırı artıĢ (örneğin Mısır‟da 1974‟te 75.000 civarında olan polis sayısı 2010 yılında 1.050.000‟e ulaĢmıĢtır ve bunların yaklaĢık 400.000‟i sivil polistir12), cezaevlerinde aĢırı yığılma, etnik ve dini grupların özgürlüklerinin kısıtlanması; örgütlenme, ifade ve basın özgürlüğünün son derece kısıtlı olması, vb. uygulamalar bu ülkelerde polisin ne denli ezici bir etkinliğe eriĢtiğini ortaya koymaktadır. Polis devleti yöntemi bir noktaya kadar vatandaĢın rejimlere karĢı sessiz kalmasını sağlamıĢsa da, internet, cep telefonu, uydu yayıncılığı gibi teknolojik araçların geliĢmesi ve devletin enformasyon kontrol tekelinin kırılmasıyla iĢlerliğini kaybetmiĢtir. Arap dünyasının tümü üzerinde önemli bir ağırlığı olan ve bölge olaylarını anlamak için bir mihenk taĢı mesabesinde bulunan Mısır için verilen bu örneklerin benzerlerini Libya, Yemen, Tunus ve Suriye gibi ülkeler için de vermek mümkündür. Söz konusu ülkelerdeki yönetimler muhalif kesimlerin eylemlerine ve uyarılarına rağmen halk ile aralarındaki ayrıĢmayı telafi etmek yerine uçurum haline getirecek uygulamalara devam etmiĢlerdir. Polis devleti uygulamaları gittikçe daha da sertleĢmiĢ, yönetici kesimlerin zenginlikleri gözle görülür biçimde artmaya devam etmiĢ, üst düzey bürokrat isimlerinin karıĢtığı rüĢvet olayları artmıĢ ve iletiĢim araçlarının yaygınlaĢması nedeniyle her geçen gün daha da görünür hale gelmiĢtir. Bu tür uygulamalar söz konusu ülkelerde yoksulluğu yaygınlaĢtırmıĢ, halkların büyük bölümünü yoksulluk sınırının altına itmiĢ13 ve rejimlerin meĢruiyeti için temel dayanak olan orta sınıfları ortadan kaldırmıĢtır. Oysa küreselleĢmenin ivme kazandığı bir dönemde bu tür politikaların ve sosyal yapıların sürdürülmesi imkansız hale gelmiĢti. KüreselleĢme kaçınılmaz olarak üretim, yatırım ve istihdam konularında yapısal değiĢiklikleri beraberinde getirmektedir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ekonomilerinin küresel ekonomiyle daha hızlı bütünleĢme hedefi için, dahili ve çok taraflı uygulama alanlarının koordineli bir biçimde yürütülmesi ve imalat sanayi, tarım, hizmetler, vb. alanlarda tam bir liberalizasyona gidilmesi gerekmekteydi. Üstelik beĢeri sermaye, teknolojik ve fiziki sermaye, vb. geliĢtirilmesi ve kurumsal iyileĢme sağlanması, küresel bütünleĢme hızının yakalanması bölge ekonomilerinin geleceği açısından son derece önemliydi.14
Bölge ülkelerinde yönetimler siyasi kültür ve ekonomik gücü elinde bulunduran kesimler itibariyle değiĢime direnmekteydiler. Dolayısıyla demokratik bir dönüĢüm gerçekleĢmeksizin iç kaynaklı değiĢim taleplerinin gerçekleĢmesi ihtimali oldukça düĢüktü. Ticaret serbestîsinden istifade edecek olan kesimlerin söz sahibi olmaları halinde bu yöndeki geliĢmeler için dahili bir eğilim oluĢabilirdi. Oysa bölge ülkelerinin anti demokratik siyasi yapıları bu tür geliĢmelere izin verecek nitelikte değildi. Körfez ülkelerinde bu alanda ciddi
239 Muharrem Hilmi Özev
bir ilerleme sağlanabilmiĢse de bu istisnai bir durumdu ve yöneticilerin en yüksek ticari paya sahip olmaları yanında, bu ülkelerin nüfus yapıları, vb. gibi etkenler bu noktada etkiliydi. Bölge ülkelerinde hızlı nüfus artıĢı, kitlelerin baskı altında tutulması ve ekonomik bakımdan güçsüz kalması, onları siyasi manipülasyonların ve terör örgütlerinin hedefi haline getirmekteydi. Bu koĢullar yöneticileri ticaret serbestîsi de dahil olmak üzere bir takım ekonomik iyileĢtirme önlemleri almaya zorlamaktaydı. Ama bunun için sadece doğal dahili süreçler yeterli değildi. Sonuçta siyasi ve ekonomik baskı dayanılmaz bir hal alınca halk hareketleri için son derece elveriĢli bir ortam oluĢtu. Ortadoğu ülkelerinde halklar ile yönetimler arasındaki yabancılaĢmanın yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı derinleĢmesi sonucunda, yönetimlere dönük öfke bunları destekleyen ya da en azından bölge halkları tarafından böyle olduğu düĢünülen ABD‟ye büyük ölçüde yansımaya baĢlamıĢtır. El Kaide‟nin bölgede Amerikan aleyhtarı faaliyetleri için bulduğu kamuoyu ve insan kaynağı desteği bunun en çarpıcı örneğini teĢkil etmiĢtir. 1990‟ların baĢından itibaren bölgede ortaya çıkan bu yeni durum karĢısında Batılı ülkelerin yöneticileri önlem arayıĢı içerisine girmiĢler ve 1990‟ların sonlarında bölgenin artık demokratikleĢmesi gerektiğini dillendirmeye baĢlamıĢlardır. Çünkü zamanla Ortadoğu halklarının diktatörlüklere katlanma güçleri ortadan kalkmıĢ, iletiĢim ve enformasyon araçlarının geliĢmesi baskıcı yönetimlere karĢı duyulan öfkenin hızla derinleĢmesine ve kitlesel örgütlenmenin kolaylaĢmasına neden olmuĢtur. G. W. Bush döneminin Irak ve Afganistan‟da giriĢtiği naif ve Ģiddete dayalı uygulamalar nedeniyle biçim değiĢtiren bu yeni yaklaĢım, Obama yönetimi ile birlikte çok daha güçlü bir biçimde dile getirilmeye baĢlanmıĢtır. Ne var ki, Obama‟nın Ankara ve Kahire konuĢmaları ile en açık ifadesini bulan bu yeni politikalar bölgedeki yöneticiler tarafından ya iyi okunamamıĢ ya da statükoyu koruma arzusunun çok Ģiddetli olması Batı‟dan gelen demokratikleĢme taleplerinin doğru okunmasını engellemiĢtir. Mesaj doğru okunsa bile, mevcut sosyal ve siyasi yapılar mesajın gereğinin yerine getirilmesinin önünde büyük engel teĢkil etmekteydi. Sonuçta dıĢ politikada, eğitimde, ekonomide, siyasi yapıda, sosyal, dini ve kültürel alanlarda ve medyada çağdıĢı kalan politikalar, göstericilerin “ekmek, özgürlük ve adalet” sloganları ile karĢılaĢınca yıllardır biriken toplumsal gerilim 2011 yılı baĢında, Batılı ülkelerin aktif ya da pasif müdahalelerinin de etkisiyle patlamıĢ oldu. Bu noktada en büyük payın internet ve uydu yayıncılığına ait olduğunu belirtmeliyiz.
HaberleĢme araçları sayesinde dünya ortalaması ile kendi ülkeleri arasındaki makasın gittikçe açıldığını gören bölge ülkelerinde, polis devletinden ve yoksulluktan bunalan halklar, zaten patlamaya hazır birer barut fıçısı haline gelmiĢ bulunmaktaydılar. Bir kıvılcım bu fıçının
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 240
fitilini ateĢlemek için yeterliydi. Tunus‟ta zabıtalar tarafından manav Muhammed Buazizi‟nin tezgahına hakaretlerle el konulması patlama için gerekli ilk kıvılcımı çakmıĢ oldu. 2010 yılı sonu itibariyle Tunus‟ta patlak veren ve bütün bölgeyi etkisi altına alan olayların, bir bakıma 1967 utancının üzerinden bir nesil (40 yıllık bir süre) geçmiĢ olmasının da bir sonucu olduğu ileri sürülebilir. Arap dünyası 1967‟de Ġsrail karĢısında alınan yenilgi sonucu oluĢan travmanın etkilerinden de kurtulmaya baĢlamıĢtı. Diğer bir deyiĢle, artık yöneticilerle halklar arasındaki iliĢkiler sadece Arap-Ġsrail sorunu üzerinden tanımlanır olmaktan çıkmıĢtı. Ġnsanlar güvenlik, saygınlık ve refah istemeye baĢlamıĢlardı. David Ignatius‟un da dediği gibi, artık Arapların (siyasi) ar damarı çatlamıĢtı (Pasiflik ve çekingenlikleri sona ermiĢti). Ordu tanklarına, gizli polise, mafyaya meydan okuyarak sokaklara dökülmüĢler, tüm (alt sosyal tabakalardan) etnik ve dini gruplar rejimlere karĢı tek vücut halinde isyan etmiĢlerdi (Ignatius, 2011). Ortadoğu’daki Halk Hareketlerine Devrim Denilebilir Mi?
Türk Dil Kurumu büyük sözlüğüne göre devrim “Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değiĢiklik; yerleĢik toplumsal düzeni değiĢtirme ve yeniden biçimlendirme; yavaĢ bir geliĢme olan evrime karĢıt olarak, toplumsal yaĢayıĢta ve siyasal durumda birdenbire gerçekleĢtirilen, köklü ve temelli bir değiĢme” anlamına gelmektedir. Devrim (revolution) sözcüğü siyaset bilimi terimi olarak ele aldığımızda ise, böylesi bir makalede değerlendirilmesi ve sonuca ulaĢılması imkansız olacak kadar geniĢ bir anlam derinliği ile karĢı karĢıya kalmaktayız. Örneğin, siyasi literatürde devrim ile ilgili tartıĢmalar Aristo‟nun antik Yunan Ģehir devletlerinde rejim değiĢikliklerinin nasıl gerçekleĢtiğine, oligarĢi ve demokrasilerin nasıl ortaya çıktığına dair görüĢlere kadar eskiye gitmektedir (Arendt, 1990: 22). Astronomiden alınan ve dairesel hareket anlamına gelen devrim sözcüğü bir dönem için diyalektik döngüyü iĢaret etmekte ve bazen de „eski iyi düzen‟in restorasyonu anlamına kullanılmaktaydı (Arendt, 1990: 55). Hannah Arendt‟in de belirttiği gibi, 1789 Fransız Devrimi‟nden sonra devrim (revolution) sözcüğü eskiden kopuĢ ve her anlamda yeni bir düzen‟in ortaya çıkması anlamını kazanmıĢtır (Heywood, 2006: 56). Bu yönü ile devrim kendini zorla empoze eden bir ideolojinin kaçınılmaz bir sonucudur ki, bu durum BolĢevik Devrim ile birlikte iyice netlik kazanmıĢtır (Arendt, 1990: 57). Devrim yapanlar arasında acıma duygusuna dayalı olarak ortaya çıkan dayanıĢma ruhu devrim hareketinin geliĢmesi için ilham verebilir ve devrimin yönünü belirleyebilir(Arendt, 1990: 351). Yolsuzluklar, devlet kurumunun uygulamalarından masum halkın kötü etkilenmesi devrim sürecini hızlandırabilir (Arendt, 1990: 252).
241 Muharrem Hilmi Özev
Hannah Arendt‟in devrim ile ilgili olarak yaptığı açıklamalarında bir takım unsurlar ön plana çıkmaktadır. Her Ģeyden önce devrimler tarihsel döngü içerisinde bir takım siyasi, sosyolojik ve ekonomik unsurların etkileĢimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ġkinci olarak, devrimlerin ardında belirli bir ideoloji bulunmaktadır. Bu bağlamda siyaseti yönlendirmekte olan mevcut ideolojinin ya da ideolojilerin umut vadeden itici gücünü kaybetmesi ve/veya yeni ideolojilerin ve düĢüncelerin devrimci kesim arasında yaygınlık kazanması önemlidir. Üçüncüsü, devrimler bu ideolojilerin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Yoksulluk, özgürlük ve eĢitlik talepleri yanında geniĢ halk kitlelerinin mağduriyet psikolojisi içerinde dayanıĢmaya girmeleri söz konusu ideolojilerin biçimlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Sonuç olarak, Andrew Heywood tarafından da tanımlandığı biçimiyle devrim “baştan aşağı, kökten bir değişimi ifade eder. Devrimler, tipik olarak, geçmişten beklenmedik ve çoğunlukla şiddete dayalı bir kopuşu beraberinde getirerek siyasi düzeni tamamıyla yeniden şekillendirir. (…) Devrimler yasadışı halk hareketini içeren halk ayaklanmalarıdır; özelliği itibariyle genellikle şiddet içerir.” (Heywood, 2006: 56). Tunus ve Mısır‟da gerçekleĢen olaylar bir manavın kendini yakmasıyla aniden geliĢmiĢ ve kısa süre içerisinde tüm Arap dünyasını etkisi altına almıĢ; Libya, Yemen, Bahreyn, Ürdün ve Fas‟ta halklar yönetimleri protesto eden sokak gösterileri düzenlemeye baĢlamıĢlardır. Protestocular tarafından dile getirilen özgürlük, saygınlık ve demokrasi talepleri Batı dünyasınca öteden beri savunulan değerlerin bir yansıması olarak tezahür etmiĢtir. Bu da bölgedeki yönetimlerin Arap milliyetçisi, kabileci ya da Ġslamcı ideolojilerle kendi meĢruiyetlerini artık sürdüremeyecekleri anlamına gelmiĢtir. Arap milliyetçiği ideolojisinin 1967 yenilgisinin ardından, 1970‟li yıllarda bölgeye akan petrol gelirlerindeki dramatik artıĢa ek olarak her Arap ülkesinin kendi egemenliğini ön plana çıkarması ile birlikte zayıflama sürecine girdiği bilinen bir gerçektir.15 Arap ülkelerinde yaĢanan halk hareketleri, bir dönem için bölgeye hakim olan ve düĢük düzeyde de olsa etkisini hala sürdürmekte olan Arap milliyetçiliği ideolojisinin, bölgede iç ve dıĢ siyaseti yönlendirme konusunda yetersiz kalmaya baĢlaması ve bunun yerine Batı dünyasında genel kabul gören özgürlük, saygınlık16 ve demokrasi gibi talepleri içeren düĢüncelerin siyasete hakim olmaya baĢlaması olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda bölgede yaĢanan halk hareketleri, Ortadoğu bölgesinde siyasi ve toplumsal yapıların dayandığı zihinsel çerçevede ciddi bir değiĢim gerçekleĢtiğini göstermektedir.
Bu alt yapının değiĢmesinde en önemli etkenlerden biri, söz konusu ülkelerce özellikle 1970‟li yıllardan itibaren uygulanmakta olan eğitim programlarıdır. Diğer bir önemli etken ise
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 242
enformasyon teknolojilerinde görülen geliĢmelerdir. Bölge halkları uydu yayıncılığı, cep telefonu ve internet sayesinde diğer halkları, özellikle de Batılı ülkeleri daha yakından tanıma ve kendilerini onlarla karĢılaĢtırma imkanı bulmuĢlar ve kendi geri kalmıĢlıklarını mevcut iktidarların kötü yönetimine bağlamıĢlardır. KüreselleĢmenin ivme kazandığı çağımızda ulus devletler artık kendi halklarını kontrol etme gücüne sahip değillerdir.17 DüĢünsel temelde gerçekleĢen bu değiĢim nedeniyle, bölge ülkelerindeki iktidarların Batı‟daki gibi Ģeffaf, demokratik, insan haklarına saygılı ve ekonomik alanda iyileĢtirme sağlamayı baĢaran yönetimlere dönüĢmedikçe meĢruiyet kazanamayacaklarını söylemek gerekmektedir. Ortadoğu‟da diktatörlüklerin kendilerini siyasi olarak sürdürmeleri imkansız hale gelmiĢtir. Elbette ki, kısa dönemde eski siyasi, ekonomik ve bürokratik elitin varlık göstermeye devam etmesi kaçınılmazdır. Nitekim Arendt‟in de belirttiği gibi, Fransız Devrimi ile birlikte MonarĢi‟nin düĢmesi ne yöneten-yönetilen ne de devlet/hükümet-millet arasındaki iliĢkiler üzerinde ciddi bir değiĢiklik getirmiĢtir (Arendt, 1990: 74). Ancak özellikle Mısır ve Tunus örneğinde halklar giriĢtikleri bir ayaklanma ile liderlerini değiĢtirebildiklerini ve bundan sonra da değiĢtirebileceklerini görmüĢlerdir. Bu da önümüzdeki dönemde statükonun, tüm direnmelere rağmen artık sürdürülemeyeceği anlamına gelmektedir. Bu anlamda Mısır ve Tunus‟ta yaĢanan olayların tüm Arap dünyasını etkilediği tartıĢmasız bir gerçektir. Ne var ki, sözünü ettiğimiz halk hareketlerinin siyasi anlamda tam bir devrime dönüĢmesi, siyasi liderliğin Ģeffaf seçimler ile belirlenmesine ve demokratik yönetimlerin iĢ baĢına gelmesine bağlıdır ki, önümüzdeki süreçte bu bağlamda yaĢanacak olan geliĢmeler halk hareketlerinin birer devrim niteliği kazanıp kazanmadığını ortaya koyacaktır. Ekonomik ve sosyal bakımdan ise, Mısır ve Tunus gibi devlet yapısının kurumsallaĢtığı ülkelerde halkların büyük çoğunluğunu oluĢturan alt sınıflar mevcut konumlarına rıza göstermeyeceklerini ortaya koymuĢlardır. Bu durumda Arap ülkelerinde orta sınıflar güçlendirilinceye dek halklar ve yönetimler arasındaki gerilimin süreceği ve yönetimlerin meĢruiyet krizi yaĢamaya devam edecekleri öngörülebilir. Libya ve Yemen gibi aĢiretlerin etkin olduğu ülkelerde ise, iktidar hangi aĢiret elinde kalırsa kalsın, iktidarın nimetlerinden yararlanamayan aĢiretler birer istikrarsızlık unsuru olarak kalacaklardır. Enformasyon teknolojilerindeki geliĢmelerin de etkisiyle, iktidarların belli bir aĢiretin tekelinde istikrarlı bir biçimde devam etmesi imkanı kalmamıĢtır. Bu nedenle, Libya ve Yemen gibi ülkeler ya aĢiretler temelinde bölünecek ya da tüm ülkeyi kuĢatan vatandaĢlık ilkesi temelinde meĢru yönetimler ile istikrara kavuĢacaklardır. Aksi takdirde bu ülkelerde siyasi kriz sona ermeyecektir.
243 Muharrem Hilmi Özev
Sonuç itibariyle, Arap ülkelerinde son dönemde yaĢanan olayları siyasi ve sosyal bir devrimin aĢamaları olarak görmek mümkündür. Devrimler bir süreci iĢaret eder; toplumsal krizler, halk hareketleri ve ayaklanmalar ise bu sürecin sadece bir parçasıdır. Bu açıdan bakıldığında son dönemde Ortadoğu‟da yaĢanan ayaklanmalar da ancak uzun erimli bir devrimin anlık parçaları olarak görülebilirler. Tarih boyunca toplumlar ekmek, huzur/özgürlük/güven ve adalet aramıĢlardır. Liderlerin ve rejimlerin meĢruiyet kazanması, yani sürdürülebilir hale gelmesi bu taleplerin karĢılanmasına matuf olmuĢtur. Din, kabile ya da aĢiret bağları ve diğer kimliklerin hemen hepsi bu talepler arasında bir denge kurma arayıĢıdır. Bu açıdan bakıldığında, Mısır baĢta olmak üzere, Ortadoğu halkları da bir medeniyet birikimin temsilcileridirler ve mevcut evrensel medeniyet birikiminden az ya da çok, elbette ki, haberdardırlar. Devrimi, belirli entelektüel ve ideolojik birikim(ler)in kitleler düzeyinde yaygınlık kazanması sonucunda gerçekleĢen rejim değiĢiklikleri olarak tanımlayabiliriz. Tüm ideolojiler insanlık için daha yaĢanılabilir ve daha müreffeh dünyanın sihirli anahtarlarının kendi ellerinde olduğunu iddia etmektedirler. Ama devrimi sadece, Avrupa‟ya özgü modernist düĢüncenin hayata geçirilmesine dönük büyük ayaklanmaların amacına ulaĢması Ģeklinde tanımlamak, Batı merkezli bir yaklaĢımdır. Bu yaklaĢım, içinde bölge halklarına tepeden bakan, hatta sahip oldukları kimlik ve kültür unsurları nedeniyle “gerçeği” anlama kapasitesine sahip olmadıklarını ileri sürerek küçümseyen izler taĢımaktadır. SSCB‟nin dağılması bir devrim ya da karĢı devrim ise, Tunus‟ta, Mısır‟da baĢlayıp tüm Ortadoğu ülkelerine yayılan ayaklanma hareketi de bir devrim sayılmalıdır. Eğer devrim ile bölgesel uluslararası düzenin değiĢmesi kast ediliyorsa, bunun gerçekleĢip gerçekleĢmeyeceğini Ģimdiden söylemek imkansızdır. Ama halihazırda değiĢmiĢ bulunan ve gelecekte değiĢmesi muhtemel bazı noktaları ve hatırlatmakta yarar vardır.
Her Ģeyden önce, Ortadoğu ülkelerinde halklar, iletiĢim imkanlarının da katkısıyla, dıĢ politikayı ilgilendiren konularda eskisine nazaran daha ilgili bir konuma gelmiĢler ve ilgi duydukları alanlarda hükümetler üzerine baskı yapmaya baĢlamıĢlardır. DıĢ politikanın popüler hale gelmesi nedeniyle, dıĢ güçlerin halkları göz ardı ederek bölgedeki yönetimlerle anlaĢmalar yapmaları imkanı eskisine göre çok daha daralmıĢ gözükmektedir. Son dönemde ABD‟nin bölgedeki kamu diplomasisi faaliyetlerine ağırlık vermesi ve kendi politikalarını anlatmak ve dayatmak yerine bölgedeki resmi ya da sivil unsurların ne dediğini anlayıp politikalarını buna göre Ģekillendirmeye çalıĢması bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum, bölgede yaĢayan halkların ABD dıĢ politikasını bir dereceye kadar da olsa biçimlendirme gücüne eriĢtiğini göstermektedir. Bölge ülkelerinde görülen sivil toplumla
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 244
ilgili, akademik, siyasi ve diplomatik faaliyetlerin gelecekteki seyri bölgenin uluslararası arenadaki konumu ve uluslararası olayları biçimlendirme gücü üzerinde belirleyici etkiye sahip olacaktır. Eğer devrim ile kast edilen, Fransız Devrimi‟nin ya da sosyalist devrim ve karĢı devrimlerin akabinde görülen önemli sınır değiĢiklikleri ise, bölgede yakın gelecekte ciddi sınır değiĢikliklerinin yaĢanması olasılığı, Arap-Ġsrail sorunu çerçevesinde bile olsa, oldukça düĢüktür. Böyle bir durum sadece dıĢ güç müdahalesi sonucu olarak gerçekleĢebilir ve bu çağda böyle bir sınır değiĢikliği esasen büyük sorunlarla baĢ etmeye çalıĢan bölge için daha büyük meydan okumaları beraberinde getirebilecektir. Bununla birlikte, demokratikleĢmenin ardından bölge ülkeleri arasındaki siyasi, kültürel ve ekonomik etkileĢimin artması, sınırların gevĢeyip ve esnemesi ve dolayısıyla halklar arasındaki etkileĢimin had safhaya çıkması da beklenmelidir.
Bazı Batılı yazarlar, özellikle Ġsrail‟deki muhafazakarlar ve uluslararası alanda onları destekleyen çevreler, ideolojik ve dini grupların Ortadoğu‟da yoksul halklar tarafından tetiklenen ve desteklenen devrim hareketlerini ele geçirebileceklerini ve bu nedenle “Arap Baharı”nın kıĢa dönebileceğini ileri sürmektedirler (Ignatius, 2011). Devrimlerin bazı ideolojik gruplarca sahiplenildiği ve yönlendirildiği bilinen bir gerçektir. Ama Batı‟nın bölgeye bu denli angaje olduğu ve iletiĢim araçlarının kitleleri etkileme noktasında görülmemiĢ bir etkinlik düzeyine eriĢtiği bir dönemde, Müslüman KardeĢler‟in ya da herhangi bir ideolojik sağ ya da sol gurubun halk desteği olmaksızın devrimi sahiplenebileceklerini ileri sürmek oldukça güçtür. Eğer ciddi bir siyasi değiĢiklik, azınlık sayılabilecek kadar küçük gruplarca kolayca sahiplenilebiliyorsa buna devrim değil darbe (coup d’etat) demek gerekir (Heywood, 2006: 56). Fransız Devrimi‟nin ve komünist devrimlerin ilan edilmiĢ birer siyasi projeleri bulunmaktaydı. 1970 Ġran Devrimi sırasında ise Humeyni, sıkı bir ġii din adamları hiyerarĢisi, farklı sosyal grupların ve “çarĢı”nın desteği sayesinde devrimi kontrol altına alabilmiĢti. O dönemde Sovyetler Birliği hala ayakta olduğu için, ABD‟nin uluslararası topluma öncülük ederek Ġran‟a bir müdahalede bulunması imkan dahilinde değildi. Üstelik Musaddık‟ın bir darbe ile indirilmesi sırasında ABD‟nin oynadığı rol bütün Ġran kamuoyu tarafından bilinmekteydi ve Ġran‟da ABD‟ye duyulan öfke had safhaya eriĢmiĢti.18 Bugün ise, Ortadoğu ve Kuzey Afrika‟daki halklar kendi diktatörlerinden kurtulmak için, Batı‟ya karĢı duyulan bunca öfkeye rağmen, Batı‟dan açık ya da örtülü biçimde yardım talep etmektedirler. Üstelik 1979 Ġran Devrimi ġiilerin ülkede iktidara ilk müdahalesi değildi; 1906-1911 MeĢruti MonarĢi hareketlerinde de ġiiler baĢat rol oynamıĢlardı.19 Mısır‟da ve diğer Ortadoğu ülkelerinde Müslüman KardeĢler‟in ya da herhangi bir Sünni oluĢumun mevcut orduya,
245 Muharrem Hilmi Özev
bürokrasiye, burjuvaziye, farklı halk gruplarına ve dıĢ müdahaleye rağmen Ġslami bir devrime çevirebileceğini kanıtlamak oldukça güçtür. Türkiye Örnek Mi Değil Mi? Türkiye, demokrasi ve insan hakları açısından bakıldığında Batılı ülkelere göre oldukça geri durumdadır. Buna rağmen, Ortadoğu ülkeleri ile karĢılaĢtırıldığında oldukça iyi bir durumdadır (The Economist, 2011). KüreselleĢme çağında tüm ülkeler birbirlerini etkilemektedir. Bizzat Türkiye, bu anlamda Batılı ülkelerden etkilenmiĢtir. Peki, Batılı ülkeler dururken Ortadoğu ülkeleri için neden Türkiye ön plana çıkarılmaktadır? Çünkü Türkiye bir Avrupa ülkesi olduğu kadar, bir Ortadoğu ülkesidir de. Ortadoğu ülkelerinin özgün koĢullarının pek çoğu Türk demokrasinin biçimlenmesinde etkili olmuĢtur. Eğer Türkiye deneyiminin kısmen de olsa baĢarılı olduğu kabul ediliyorsa, Türkiye‟nin bu ülkeler için doğal bir örnek ve öncü olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Nitekim Türkiye‟nin deneyimlerinin Ortadoğu‟da geniĢ halk kitleleri üzerinde ilgi uyandırdığını ve derin izler bıraktığını söylemeye gerek bile yoktur. Bu açıdan bakıldığında, bölgede görülen son geliĢmelerin Türkiye ile bölge arasındaki etkileĢimin had safhaya çıkarması beklenilmelidir. Batı medyasında Türkiye‟nin Mısır için örnek olduğu yönündeki yoğun vurgunun bir yönü daha bulunmaktadır: 1979 Ġran Devrimi‟nin ardından bu ülkede ortaya çıkan çalkantıların ve yeni rejim tipinin, ya da Lübnan‟da Hizbullah benzeri bir yönetim anlayıĢının Mısır‟da tekrar etmesini engelleme amacı. Sünni kültürün hakim olduğu ülkelerde din adamlarının yönetimi ele geçireceği yönündeki endiĢeler, ontolojik ve epistemolojik nedenlerden dolayı tamamen yersizdir. Böyle bir durum ġiilerin çoğunlukta olduğu ülkeler için söz konusu olabilir. Katolik Kilisesi için geçerli olan yargılar, teolojik bakımdan siyasi yetkilerle donatılmıĢ bir din adamları sınıfına sahip olmayan Sünni dünya için ancak bir sapma ve geçici bir durum olarak ortaya çıkabilir. Nitekim tarih boyunca Sünni dünyada din adamlarının iktidar olması sadece istisnai ve geçici bir durum olmuĢtur. Beklentiler
Tunus ve Mısır‟da baĢlayan ve tüm Ortadoğu ülkelerine yayılan halk hareketleri bölge için yeni bir dönemin baĢladığını kesin olarak iĢaretlemektedir. Bu yeni dönemde artık halkların iradeleri göz ardı edilemeyecektir. Demokratik talepler tüm Arap dünyası boyunca dalgalar halinde yayılacak ve gittikçe daha da artacaktır. Bölge ülkeleri arasındaki etkileĢim artacaktır. Sadece ekmek, özgürlük ve adalet taleplerini yerine getirme noktasında halkın taleplerine kulak veren yönetimler iĢ baĢında kalabilecektir. DıĢ güçlere sırtını dayayarak,
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 246
içerideki demokratik unsurları dıĢarıya karĢı umacı gösterip kendini vazgeçilmez addeden, içeride ise polis devleti aracılığıyla demokratik güçlerin geliĢmesini engelleyen yönetimlerin bundan böyle iĢ baĢında kalmaları artık imkansızdır. Son altmıĢ yıla bakıldığında bu durum, adına devrim densin ya da denmesin, bölge için çok ciddi bir dönüĢüm anlamına gelmektedir. Bölgenin yeni yönetimleri özgürlükler ve güvenlik arasında bir denge kurmaya çalıĢacaklardır. DeğiĢimi kısıtlamaya çalıĢan muhafazakar kesimler, özgürlükler üzerindeki kısıtlamaların sürmesi gerektiğini savunmaya devam edeceklerdir. DeğiĢim yanlıları ise özgürlüklerin olabildiğince geniĢletilmesi için çaba göstereceklerdir. Tarafların gücü, özgürlük-güvenlik ikileminde denge noktasının neresi olacağını belirleyecektir. Ama siyasi kültürde görülen değiĢim ve iletiĢim imkanlarının geliĢmesi nedeniyle, dengenin özgürlükler lehine kayması büyük olasılıktır. Esasen özgürlüklerin geniĢletilmesinin, halk kitlelerini rahatlatıp radikal akımların önünü kesecek ve ekonomik refahı artıracak olması nedeniyle, güvenliğin güçlenmesine uzun vadede büyük katkı sağlayacağı ortadadır. DemokratikleĢme hareketi halklar arasında geçiĢkenliği artıracak, bu da doğal olarak yönetimler arası iĢ birliği ve koordinasyon çabalarının yoğunlaĢmasını sağlayacaktır. Bu durum, son dönemde komĢular arası sıfır sorun ilkesine dayalı ve çok boyutlu bir dıĢ politika arayıĢında olan Türk dıĢ politikası için ise daha karmaĢık bir iliĢkiler ağını ve yeni ufukları iĢaret etmektedir. Jeostratejik konum, demografi, kültürel ve akademik üstünlük gibi faktörler nedeniyle Mısır‟da görülen değiĢiklikler bütün Arap dünyasını etkileyecektir. DemokratikleĢme, Mısır‟ı siyasi, kültürel ve ekonomik bakımdan Arap dünyasının ve bölgenin çekim merkezi haline getirecektir. Ama değiĢim ve etkileĢimin ani olması beklenilmemelidir. Eski düzenin etkileri bürokratik, siyasi, ekonomik ve sosyal iliĢkiler üzerinden devam edecektir. DeğiĢim ise bölgesel ve küresel aktörlerin irade ve tutumlarına göre biçimlenecektir. Mısır, Türkiye ve Ġran ile birlikte, 1970‟li yıllara gelinceye dek Ortadoğu‟nun en önemli oyuncularından biri durumundaydı. Önümüzdeki dönemde Mısır‟ın dıĢ politikada eski konumunu yeniden kazanacağı, her alanda donuklaĢan ve durağanlaĢan Mısır‟ın yerinde hareketli ve hayat dolu, Ortadoğu‟ya ve tüm Ġslam dünyasına canlılık getiren bir Mısır‟ın doğmakta olduğu ileri sürülebilir. Mısır ile birlikte tüm Arap dünyasının uluslararası alandaki etkinliğinin artması beklenilmelidir.
Küresel ve bölgesel güçler, bölge ile ilgili politikalarını belirlerken sadece yönetimleri değil, bölge halklarının taleplerini de göz önünde bulunduracaklardır. Ġsrail bölgedeki devlet terörüne dayalı etkinliğini kaybedecek, bölge ülkeleri ile uyumlu ve bütünleĢik politikalar üretebildiği ölçüde beka sorununu çözümleyebilecektir. Ama eğer Ġsrail uluslararası hukuk ve
247 Muharrem Hilmi Özev
asgari insani kriterler bakımından zalim bir devlet imajı görünümünü korumaya devam ederse, kitleler yönetimleri Ġsrail karĢıtı politikalar izlemeye zorlayacaktır. Aslında, geleneksel olarak Ortadoğu‟da nitelikli bir Yahudi düĢmanlığından söz etmek mümkün değildir. Son dönemde Ġsrail‟e karĢı duyulan öfkenin nedeni dini ve ideolojik değil, sadece bu ülkenin 1948 yılından itibaren bölgede uyguladığı politikaların ortaya çıkardığı adaletsizlik imajıdır. Dolayısıyla bölge halkı nezdinde Ġsrail karĢıtı havanın yumuĢaması, Ġsrail‟in 20. yüzyıl boyunca bölgede uyguladığı politikaların meĢru kabul edilebilir bir çizgiye çekilmesine ve hataların telafi edilmesine bağlıdır. Aksi halde, Ġsrail‟e karĢı duyulan öfke katlanarak devam edecek, bu da Ġsrail‟i bölgede Ģimdiye kadar görülmemiĢ biçimde zor durumda bırakabilecektir. Bölgedeki Batı düĢmanlığının temel nedeni 19. ve 20. yüzyıllarda uygulanan sömürgeci politikalardır. Ġsrail‟e verilen kayıtsız Ģartsız destek bu düĢmanlığı derinleĢtirmiĢtir. Ancak mevcut durumda, bölge ülkelerinin kamuoyları nezdinde görülen Batı karĢıtlığı ne kadar derin olursa olsun, telafi edilemez değildir. GeçmiĢte yapılan hatalar düzeltilir, hasarlar telafi edilir ve taraflar arasındaki iliĢkilerin düzeltilmesi için iyi bir kamu diplomasisi faaliyeti yürütülürse, Ortadoğu ülkeleri ile Batı arasındaki iliĢkiler meĢru bir zemine oturtulabilir ve yakın tarihte görülmedik bir biçimde çok daha olumlu boyutlara taĢınabilir.
SON NOTLAR * Dr., TASAM (Türk Asya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi) Ortadoğu Masası, Ġstanbul. 1 Türk siyasi hayatında kimlik politikaları ve iç-dıĢ politika etkileĢimi ile ilgili olarak daha geniĢ bir açıklama için bkz. Bozdağloğlu, 2003. 2 Konstrüktivist teorinin geniĢ bir açıklaması için bkz. Özev, 2011: 9-65. 3 BatılılaĢma eğilimleri ve çabaları ile ilgili olarak bkz. Lewis, 2003, ss. 365-384; Amin, 2000, ss. 45-54. 4 Arap kimliği tüm Arap dünyasında 20‟den fazla ülkeyi kapsadığı için Arap ülkelerinde bir ulusal kimlikten söz etme imkanı yoktur. Nasır döneminde uygulanan ve tüm Arapları kuĢatmayı amaçlayan politikalar ise bölge ülkeleri arasındaki ayrıĢmaları derinleĢtirmiĢtir. Bu nedenle Arap ülkeleri için “ulusal kimlik” yerine “ülkesel kimlik” kavramını kullanmak daha doğru olacaktır. 5Arap dünyasında devlet inĢası ile ilgili olarak bkz. Hinnebusch, 2002: 1-27.
6 Demokrasinin ve liberalizmin insanlığın ilerlemesinde son aĢama olduğu ve SSCB‟nin ortadan kalkması ile birlikte tüm dünya için –ve tabii ki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için- kaçınılmaz tek seçenek olduğu Fukuyama‟nın “Tarihin Sonu” teorisiyle ilan edilmiĢtir. (Fukuyama, 1992). Amerikan basın arĢivleri tarandığında bu dönemde Ortadoğu‟da tek demokrasinin Ġsrail olduğunu, bu durumun Arap ülkelerinin demokratikleĢmesinin önünde önemli bir siyasi ve psikolojik engel teĢkil ettiğini belirten çok sayıda köĢe yazısı olduğu görülmektedir. Bu yazılar Arap dünyasının demokratikleĢmesi gerektiğini açıkça belirtmeseler de ima etmekte ve 2000‟li yıllarda ABD kamuoyunca benimsenen, bölgenin kendi içinden olmasa da dıĢarıdan zorlamayla demokratikleĢmesi gerektiği yönündeki
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 248
görüĢlere zemin hazırlamaktaydı. Akademik dünyada da bu tür yayınlara rastlamak mümkündü. Örneğin bkz. Brynen, Korany and Noble, 1995. 7 2009 yılı itibariyle toplam kanıtlanmıĢ ham petrol rezervi yaklaĢık 1,238 milyar varildir. OPEC üyesi 11 ülke toplam ham petrol rezervlerinin %78‟ine (896 milyar varil) sahiptir. Ortadoğu‟daki ham petrol rezervleri ise yaklaĢık 755 milyar varildir. Bu rezervlerin 264 milyar varili S. Arabistan, 138 milyar varili Ġran, 115 milyar varili Irak, 98 milyar varili BAE, 102 milyar varili Kuveyt ve 27 milyar varili Katar‟a aittir. Dünya petrol rezervlerinin yaklaĢık %44‟ü Irak ile birlikte altı Körfez ülkesinin elindedir. Kuzey Afrika ülkelerindeki petrol rezervleri yanında her iki bölgedeki doğalgaz rezervleri birlikte dikkate alındığında söz konusu ülkelerin dünya enerji güvenliğinde tartıĢılmaz öneme sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. (US Energy Information Administration, 2009). 8 Konuyla ilgili Ġsrail yaklaĢımı için bkz. Schweitzer, 2010: 21-28. 9 ABD‟nin Irak iĢgalinin ve diğer çabalarının Ortadoğu‟da demokrasinin geliĢmesine büyük katkı sağladığı yönündeki görüĢlere örnek olarak bkz. Rubin, 2005. 10 1980‟li yıllarda Ortadoğu‟da görülen protesto gösterilerin özet anlatımı için bkz. Bayat, 2000; United Nations Research Institute for Social Development: iii ve 5. 11 Bu dönemde Ortadoğu‟daki Ġslami hareketler ile ilgili olarak bkz. Al Soos, 2008. 12 Mısır‟daki polis sayısı ile ilgili bilgiler TASAM tarafından düzenlenen etkinliklere bölgeden gelen katılımcılardan Ģifahen alınmıĢtır. 13 Örneğin 1990-2011 yılları arasında Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yoksulların (günde 2 dolardan daha az gelire sahip olanların) sayısı yaklaĢık %15, Çin‟de yaklaĢık %25 oranında azalırken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaklaĢık %40 oranında artmıĢtır. Ortadoğu‟daki petrol zengini ülkeler bu oranın içinden çıkarıldığında durumun vahameti daha çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır bkz. DPT, 2007: 11. 14 Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin küresel ekonomiyle bütünleĢebilmeleri için yapılması gerekenlerle ilgili olarak Dünya Bankası‟nca çok sayıda rapor yayınlanmıĢtır. Örneğin bkz. Dasgupta, 2004. 15 Arap milliyetçiliğinin 1970‟li yıllardan itibaren güç kaybetmeye baĢlaması ile ilgili daha geniĢ bilgi için bkz. Özev, 2011: 245-64. 16 Son dönem Arap halk hareketlerinin temel sloganlarından biri olan „kerameh‟ (saygınlık) son kertede Batı‟da evrensel bir değer olarak benimsenen insan haklarının bir ifadesi olarak görülebilir. 17Küresel ekonomik ve sosyal geliĢmelerin Ortadoğu‟daki halk hareketleri üzerindeki etkisi ile ilgili olarak bkz. Dönmez, 2011: 9-10. 18 Musaddık‟a yapılan darbe ve sonrasında Ġran‟da yaĢanan olayların ve bu noktada ABD müdahalesinin 1979 Ġran Devrimi üzerinde oynadığı rolün geniĢ bir açıklaması için bkz. Kinzer, 2004. 19 ġiilerin 1906-1911 MeĢrutiyet hareketlerinde oynadıkları rol için bkz. Hashemi, 2010: 50-60.
KAYNAKÇA AL SOOS, I. (2008), „The Islamic Muvements: Emerging Actors in the Middle East Politics‟, Trabajos S Ensayos, No 7, February.
249 Muharrem Hilmi Özev
ALSHOBAKI, A. (2010), „Parties, Movements and Prospects for Change in Egypt‟, Arab Reform Bulletin, 20 May 2010, http://www.carnegieendowment.org/2010/05/20/parties-movements-and-prospects-for-change-in-egypt/48d, (e.t. 29/07/2011). AMIN, G. (2000), Whatever Happened to the Egyptians?: Changes in the Egyptian Society from 1950 to the Present, Cairo: the American University in Cairo Press.
AMNESTY INTERNATIONAL REPORT (2010), http://thereport.amnesty.org/en/download, (e.t. 26/04/2011). ARENDT, H. (1990), On Revolution, London: Penguin Books.
ATACAN, F. (2011), “Ortadoğu ve Arap Coğrafyasında Güncel Dinamikler”, http://www.medya73.com/ortadogu-ve-arap-cografyasinda-guncel-dinamikler-haberi-575397.html, (e.t. 27/07/2011). AT-TAWBAH, G. (2011), “Lima Zha Necahat es-Sevratü el-Ân” (Devrim Niçin ġimdi BaĢarılı Oldu?), Al-Jazeerah, 21.04.2011, http://www.aljazeera.net/NR/exeres/2DADCC33-0C28-4939-9E84-18B40D378F5A.htm?GoogleStatID=1 , (e.t. 22/04/2011).
AWARTANI, H. (2008), “The State of Political and Economic Reforms in the MENA Region”, Center for Private Sector Developlment (CPSD), Washington DC, www.developmentinstitute.org/member/...mena /awartani _ mena_outline.pdf, (e.t. 24/04/2011). BAYAT, A. (2000), “Social Movements, Activism and Social Development in the Middle East”, Civil Society and Social Movements Programme Paper, No 3, November, United Nations Research Institute for Social Development.
BELLIN, E. (2008), “Democratization and Its Discontents: Should America Push Political Reform in the Middle East?”, Foreign Affairs, July-August , http://www.foreignaffairs.com/articles/64462/eva-bellin/democratization-and-its-discontents?page=show, (e.t. 28/04/2011). BOZDAĞLOĞLU, Y. (2003), Turkish Foreign Policy and Turkish Identity: a Constructivist Approach, New York: Routledge. BRYNEN, R.; BAHGAT, K. and PAUL, N. (eds.) (1995), Political Liberalization and Democratization in the Arab World: Theoretical Perspectives, Boulder: CO: Lynne Rienner. COMMĠNS, D. (2006), The Wahhabi Mission and Saudi Arabia, London: I.B. Tauris,
DASGUPTA, D. (2004), “Current World Trade Agenda: Issues and Implications for the MENA Region”, MENA Region Working Paper Series No. 35, May, http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/COUNTRIES/MENAEXT/0,,contentMDK:21086689~menuPK:532081~pagePK:146736~piPK:226340~theSitePK:256299~isCURL:Y,00.html, (e.t.25/04/2011). DÖNMEZ, R. Ö. (2011), „Yeni Siyasetin Kodları ve Ortadoğu‟daki Devrimler: Gerçekten Devrim Mi?‟, Ortadoğu Analiz, Haziran, Cilt 3 Sayı 30.
DPT (2007), “Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele”, Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, s. 11, www.dpt.gov.tr/DocObjects/Download/3087/oik691.pdf, (e.t. 25/05/2011) . FUKUYAMA, F. (1992), The End of History and the Last Man, Newyork: Macmillan.
GAUSE, F. G. (1999), “Systemic Approaches to Middle East International Relations”, International Studies Review, Vol. 1, No. 1, Spring.
Alternatif Politika, Cilt. 3, Sayı. 2, 228-251, Eylül 2011 250
GERGES, F. A. (2005), A Far Enemy: Why Jihad Went Global, Cambridge University Press. HASHEMI, N. (2010), “Religious Disputation and Democratic Constitutionalism: the Enduring Legacy of the Constitutional Revolution on the Struggle for Democracy in Iran”, Constellations, Volume 17, No1, ss. 50-60. HEYWOOD, A. (2006), Siyaset, Çev. Bekir Berat Özipek vd., Ġstanbul: Liberte. HINNEBUSCH, R. (2002), “Introduction: The anlytical Framework”, Raymond Hinnebusch ve Anoushiravan Ehteshami (eds.), The Foreign Policies of the Middle East içinde (1-27), Boulder, CO: Lynne Rienner. HINNEBUSCH, R. (2003), The International Politics of the Middle East, Manchester University Press, Manchester. ĠBRAHĠM, S. E. (1996), “Ethnic Conflict and State Building in the Arab World, MOST Discussion Paper, No.10.
IGNATIUS, D. (2011), “What Happens When the Arab Spring Turns to Summer?”, Foreign Policy, April,http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/04/22/what_happens_when_the_arab_spring_turns_to_summer, (e.t. 24/04/2011). KASLER, K. ve THOMPSON, W.,(2005), Puzzles of Democratic Peace: Theory, Geoplolitics, and the Transfoormation of the World Politics, New York, Palgrave Macmillan. KAYE, D. D. ve diğerleri,( 2008), More Freedom, Less Terror?: Liberalization and Political Violence in the Arab World, Santa Monica: RAND Corporation. KINZER, S.(2004), ġah‟ın Bütün Adamları: Bir Amerikan Darbesi ve Ortadoğu‟da Terörün Kökenleri, Çev: Selim Önal, Ġstanbul: ĠletiĢim. KRATOCHWIL, F. V. (1988), „The Protagorean Quest: Community, Justice, and the “Oughts” and “Musts” of International Politics‟, International Journal, no 43. LEWIS, B. (2003), Ortadoğu, Çev.Selen Y. Kölay, Ankara: ArkadaĢ Yayınevi, 3. Baskı, ss. 365-384; ÖZEV, M. H. (2011), Petrol Sermayesi ve Uluslararası ĠliĢkiler: 1973 Sonrası Körfez Ülkeleri Örneği, Marmara Üniversitesi, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul. PETERSON, J. E. (1992), The Arab Gulf States: Steps Toward Political Participation, New York: Preager Publishers, 1988, ss. 190-6; ABU-HAMAD, A. (1992) Empty Reforms: Saudi Arabia‟s New Basic Laws, Human Rights Watch: USA, Mayıs, ss. 55-63.
RUBĠN, M. (2005), „Iraq and the Democratization of the Middle East‟, Middle Est Forum, October 14, http://www.meforum.org/780/iraq-and-the-democratization-of-the-middle-east,(e.t.28/07/2011). RUSSET, B. (1993), Grasping the Democratic Peace, New Jersey: Princeton University Press. SCHWEITZER, Y. (2010), “The Terrorism Threat against Israel from Al Qaeda and Global Jihad”, Military and Strategic Affairs, Volume 2 No. 1, June. SHARP, J. M. (2005), “The Middle East Partnership Initiative: an Overview”, CRS Report for Congress, February 8.
251 Muharrem Hilmi Özev
US ENERGY INFORMATION ADMINISTRATION (2005), “World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates”, http://www.eia.doe.gov/emeu/international /reserves .html ( e.t. 27/10/2009).


Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkelerinde Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Dönüşüm
Muharrem Hilmi ÖZEV
Alternatif Politika, Volume 3, Issue 2, September 2011