Nüfus artısının önlenmesine dayalı bir politik stratejinin sonucu olarak 1983 yılında yasal hale gelen kürtaj, o tarihten sonra kamusal tartısmanın gündeminden uzak kalmıstır. 2012 yılının Mayıs ayının son günlerinde, dönemin basbakanının önce “Kürtaj cinayettir” ve ardından “Her kürtaj bir Uludere’dir” seklindeki açıklamalarıyla kürtaj yogun bir biçimde tartısılmaya baslanmıstır. Bu tartısma içerisinde, farklı vurguları ve odakları olan iki temel kutup ortaya çıkmıstır: kürtajın yasaklanmasını/sınırlandırılmasını isteyenler ve mevcut düzenlemenin devamını savunanlar. Kürtajın yasaklanması gerektigini savunanlar embriyonun yasam hakkını vurgularken, yasaga karsı çıkanlar ise kadınların kendi bedenleri üzerinde tasarrufta bulunma hakkına odaklanmıstır. Bu çalısmada ise hem kürtaj yasagını savunan slami kesimin erkeklerine hem de “benim bedenim, benim kararım” argümanıyla kürtaj serbestîsini savunan kadınlara karsı elestirel bir durus sergileyen slami muhafazakâr kadın yazarların yaklasımları çözümlenmektedir. Bu çerçevede slami muhafazakâr kadın yazarların kürtaj tartısmasının baslangıcından itibaren bir aylık süre içerisinde yazdıkları köse yazıları ile çesitli mecralarda yayımlanan röportajları incelenmistir. Anahtar Sözcükler: Kürtaj, Kürtaj Yasagı, slami- Muhafazakâr Kadın Yazarlar, “Benim Bedenim, Benim Kararım”, Beden, Biyopolitika. GRS Nüfus artısının önlenmesine dayalı bir politik stratejinin sonucu olarak 1983 yılında yasal hale gelen kürtaj, o tarihten sonra kamusal tartısmanın gündeminden uzak kalmıstır. AKP’nin iktidara gelmesinin ardından kamuya ait hastanelerde kürtaj yaptırmanın zorlastıgı yönünde medyada kimi haberler yer almıs olmakla birlikte, kürtajın, gündemin ana konu baslıklarından biri haline gelmesi 25 Mayıs 2012 tarihinde dönemin basbakanının Uluslararası Nüfus ve AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 389 Kalkınma Konferansı Eylem Programı'nda yaptıgı açıklamayla söz konusu olmustur. Basbakanın anılan toplantıda yaptıgı “Kürtaj cinayettir” açıklaması ve ardından “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözüyle2 istege baglı kürtaj uygulamasını gayri mesrulastırmaya yönelmesi ve yasaklanacagının isaretini vermesi, basta feminist hareket ve kadın hakları savunucuları olmak üzere toplumun önemli bir bölümünün yogun itirazlarına neden olmustur. Bu baglamda, özellikle ABD’deki kürtaj tartısmalarına benzer sekilde, farklı vurguları ve odakları olan kabaca iki temel kamp ortaya çıkmıstır: kürtajın yasaklanmasını/sınırlandırılmasını3 isteyenler ve mevcut düzenlemenin devamını savunanlar. Kürtajın yasaklanması gerektigini savunanlar embriyonun yasam hakkını vurgularken,4 yasaga karsı çıkanlar ise kadınların kendi bedenleri üzerinde tasarrufta bulunma haklarına odaklanmıstır. Bir baska ifadeyle, tartısmalar büyük ölçüde embriyonun yasam hakkı (pro-life) ile kadının kendi bedeni üzerinde hak sahibi olması (pro-choice) arasındaki karsıtlıga temellenmistir. Dönemin basbakanının açıklamalarıyla baslayan ve hükümetin diger yetkili isimlerinin benzer açıklamalarıyla derinlesen kürtaj tartısması içerisinde, slami muhafazakâr kesim büyük ölçüde kürtaj karsıtı bir tutum benimsemisse de bu kesimin bazı kadın siyasetçileri ve yazarları muhalif bir durus sergilemistir. 2 Recep Tayyip Erdogan, anılan toplantıda yaptıgı konusmada çocukları çok sevdigini, her aileden üç çocuk istedigini, çünkü genç ve dinamik bir nüfusa ihtiyaç oldugunu söylemistir. Sezaryenle doguma karsı oldugunu ifade eden Erdogan sözlerini söyle sürdürmüstür: “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocugu öldürürsünüz ha dogduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok. Buna karsı çok daha duyarlı olmaya mecburuz. Buna karsı el birligi içinde olmak zorundayız.” (Bianet, “Erdogan’dan: Kürtaj Cinayettir”, 25 Mayıs 2012). Bu açıklamalarının ardından AKP Genel Merkez Kadın Kolları 3’üncü Kongresi’nde konusan Erdogan, Uludere ile ilgili olarak çok tartısılan su sözleri söylemistir: “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bu ifademe karsı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum. Yatıyor-kalkıyorsunuz; Uludere diyorsunuz. ’Her kürtaj bir Uludere’dir’ diyorum. Anne karnında bir yavruyu öldürmenin, dogumdan sonra öldürmekten ne farkı var, soruyorum size. Bunun mücadelesini her birlikte vermeye mecburuz. Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan oldugunu bilmek durumundayız. Bu milletin çogalması için de asla bu oyunlara prim vermemeliyiz” (Radikal, “Basbakan: Her kürtaj bir Uludere’dir”, 27 Mayıs 2012). 3 Hatırlanacagı üzere kürtajla ilgili açıklamaların ardından istege baglı kürtajın yasal süresinin dört haftaya indirilecegi gündeme gelmisti. Yasal sürede yapılması düsünülen sınırlama, hem gebeligin anlasılmasının zorlugu hem de operasyonun basarılı olmasını zorlastırdıgından hekimler tarafından kürtajın yasaklanması olarak yorumlanmıstı. stege baglı kürtajı sınırlandırılması fiili olarak yasaklanmasıyla esdeger oldugundan bu çalısmada sınırlandırma yerine yasaklama ifadesi tercih edilmistir. 4 Yine Erdogan’ın açıklamalarının burada belirleyici rol oynadıgına isaret edelim: “Son zamanlardaki baslık, kürtaj ve sezaryen olayı. Burada iki yaklasım tarzı var. Diyorlar ki, bu vücut benimdir, tercih hakkımı kullanırım. Bunun daha çok feminist kesim propagandasını yapıyor. Bunun yanında yasam hakkı var. Biz yasam hakkından hareket ediyoruz. Bir vücutta cenin öldürüldügünde ha yasam halinde öldürülen ha orada. Bizim için aynıdır. Bunu öldürme hakkına kimse sahip degil. Bu tür olaylar insan saglıgını tehdit eden yollardır, bu oyunu da bozacagız.” (ntvmsnbc, “Erdogan: ‘Benim bedenim” diyenler feminist”, 2 Haziran 2012). Erdogan, bu sözlerle, yasam hakkına karsı seçim hakkını savunanları pejoratif anlamda “feminist” olarak nitelendirerek yasagı mesrulastırmaya çalısmıstır. Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 Bu muhalif durusun gerisinde, öncelikli olarak meselenin Uludere ile bitistirilerek ele alınması yatmaktadır. Bu noktada, tamamı muhafazakâr çevrenin kadınlarından olusan Bulusan Kadınlar Platformu’nun, Uludere’nin faillerinin bulunması için adalet çagrısı yaparak bir imza kampanyası baslattıgını da hatırlatmak gerekir.5 Ancak konuyla ilgili karsı çıkıs yalnızca Uludere ile sınırlı kalmamıs, bu konudaki itirazlarını kürtajı yasaklamaya dönük girisime de yöneltmislerdir. Örnegin AKP’nin kurucularından Fatma Bostan Ünsal partisinin tutumunun aksine bir tutum benimseyerek, yasanın degistirilmesine taraftar olmadıgını, slami hukuka referans vererek açıkça beyan etmistir (Taraf, 9 Haziran 2012). AKP milletvekili Nursuna Memecan da bu konuda muhalif bir durus sergilemis; mevcut düzenlemenin iyi oldugunu, yasaklama halinde uygulamanın ehil olmayan insanlar tarafından yapılacagını ve bunun da büyük zararlar getirecegini belirtmistir (Radikal, 8 Haziran 2012). Bu çalısmanın temel amacı ise slami muhafazakâr fikirlerin dolasıma sokulmasında önemli rol oynayan kadın yazarların kürtaj tartısması baglamındaki yaklasımlarını çözümlemektir. Zira kadın yazarların önemli bir bölümü, dini inanısları geregi kürtaja karsı olduklarını açıkça beyan etmis, bununla birlikte hem kadınlara ait bir meseleye hâkim olan erkek dilini elestirmis, hem de yasaga karsı olan kadınların “benim bedenim, benim kararım” seklinde ifade edilen yaklasımlarına karsı çıkmıslardır. Kısacası, slami muhafazakâr kesimin kadın yazarlarının bir kısmı, yukarıda sözü edilen iki kutuptan birine kolayca yerlestirilemeyecek gibi görünen bir konum benimsemistir. Birbirine dıssal, geçirimsiz ve uzlasmaz görünen iki kutba sıgamama hali nedeniyle önem kazanan kadın yazarların yaklasımları bu çalısma kapsamında iki düzeyde çözümlenmektedir. Çalısmanın birinci düzeyini, yazarların kürtaj yasagını savunan slâmi kesimin erkeklerine, ikinci düzeyini ise seküler bir beden anlayısından hareketle kürtajı savunan kadınlara karsı verdikleri mücadele olusturmaktadır. Çalısmada, kürtaj tartısmasının baslangıcını izleyen bir aylık süre boyunca (26 Mayıs-25 Haziran 2012) kadın yazarların konuyla ilgili tüm yazıları incelenmistir. Çalısmada, kadın köse yazarlarının çesitli gazetelerde dagınık bir biçimde bulunması nedeniyle gazete sınırlaması yapılmamıs; söz konusu yazarların köse yazıları ile çesitli mecralarda yaptıkları röportajlar çalısma kapsamına dâhil edilmistir. Cihan Aktas (Taraf), Hidayet Sefkatli Tuksal (Taraf), Nihal Bengisu Karaca (Habertürk), Meryem layda Atlas (Radikal), Yıldız Ramazanoglu (Zaman), Hilal Kaplan (Yeni Safak), Ayse Böhürler (Yeni Safak), Özlem Albayrak (Yeni Safak), Fatma Barbarosoglu (Yeni Safak), Sibel Eraslan (Star), Afet Ilgaz (Yeni Çag), Mine Alpay Gün’ün (Milli Gazete) yazıları 5 Kampanyanın çagırıcılıgını Leyla pekçi, Fatma Bostan Ünsal, Cihan Aktas, Yıldız Ramazanoglu, Hidayet Sefkatli Tuksal ve Nihal Bengisu Karaca gibi isimler yapmıstır. AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 391 incelenmistir. Ancak bu çalısmanın amacı, kürtaja karsı olmakla birlikte kürtajın yasaklanması konusunda elestirel bir tutum sergileyen kadın yazarların yaklasımını çözümlemek oldugundan yasaga verdigi destek açık biçimde anlasılan yazarlar -Hilal Kaplan ve Mine Gün Alpay- kapsam dısında bırakılmıstır. Yasal düzenlemeye iliskin tutumları kesin biçimde anlasılamamıs olmakla birlikte düzenlemeye ve düzenlemeyi yapmak isteyenlere yönelik olumsuz elestirileri olan yazarlar (Sibel Eraslan ve Özlem Albayrak) ise çalısmaya dâhil edilmistir. 1. BYOPOLTK BR UZAM OLARAK KADIN BEDEN VE KÜRTAJ DÜZENLEMELER Kürtaj konusundaki yasal düzenlemeler, kadınların bedenlerine yönelik devlet denetiminin en görünür biçimde tezahür ettigi alanlardandır. Bu durum yalnızca kadınların kürtaja erisimlerinin engellenmesi ya da kürtaja zorlanmaları halinde degil, kürtaja izin verilmesi halinde de geçerlidir. Devlet iktidarının kadın bedeni üzerinden islerlik kazandıgı bir alan olarak kürtaj düzenlemeleri, Foucault’nun “hayatın tarihe girisi” olarak adlandırdıgı egemen iktidardaki degisimle yakından ilgilidir. Foucault’ya göre, 17. yüzyıla dek ölüm üzerinde kadim bir hakka sahip olan egemen iktidar bu tarihten sonra, hayatı yöneten, koruyan ve gelistiren bir iktidara dönüsmüs, daha açık bir ifadeyle “(e)ski öldürtme ya da yasamasına izin verme hakkının yerini yasatma ya da ölüme atma gücü almıstır” (2003: 102). Foucault, hayat üzerindeki bu iktidarın iki temel biçime sahip oldugunu belirtir: bireyin bedenini disipline eden ve nüfus üzerinde düzenleyici denetleme yapan biçimler. 17. yüzyılda ortaya çıkan ilk iktidar biçimi, bir makine olarak bedeni merkez almıstır ve kendi ifadesiyle, “(b)edenin terbiyesi, yeteneklerinin artırılması, güçlerinin ortaya çıkarılması, yararlılıgıyla itaatkârlıgının kosut gelismesi, etkili ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünlesmesi, bütün bunlar disiplinleri sekillendiren iktidar yöntemleriyle saglanmıstır: insan bedeninin anatomo-politikası” (2003: 102). kinci iktidar biçimi ise 18. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan biyopolitikadır. Biyopolitikada merkeze alınan, “biyolojik süreçlerin dayanagını olusturan beden”dir ve “Bollasma, dogum ve ölüm oranları, saglık düzeyi, yasam süresi ve bunları etkileyebilecek tüm kosullar önem kazanmıstır” (102-103). Bu ikinci iktidar, bireylerin bedenine degil, nüfusun kolektif bedenine yönelmistir (Lemke, 2013: 56-57). Disiplin ve gözetim ilk iktidar biçiminin araçları iken,6 ikincisinin araçları düzenleme ve denetimdir. Foucault’nun yaklasımı çerçevesinde bireylerin toplamı degil de bagımsız bir kolektif beden olan nüfusun (Lemke, 2013: 57) denetimi, modern iktidarların 6 Buradaki disiplin, önceki disiplin tekniklerinden farklıdır. Bedeni cezalandırmak yerine, uysallastırmak, normallestirmek esastır. Bu yolla bedenin üretkenligini artırmak, aynı zamanda politik tabiyeti garanti altına almaya zorlayan güçleri zayıflatmak amaçlanır (Lemke, 2013: 57). Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 nihai hedefi olmustur. Özetle, Foucault, modern çagın esiginde dogal hayatın devlet iktidarının mekanizma ve hesaplarına dâhil edilmeye baslandıgını ve bu yolla politikanın biyopolitikaya dönüstügü bir süreçten bahsetmektedir. Yani toprak temelli devletten nüfus devletine geçis yasanmıs ve bu baglamda ulusun saglıgı ve biyolojik hayatı önem kazanmıstır (Agamben, 2013: 11-12). Foucault’nun analizleri kadın bedeninin denetimine iliskin dogrudan bir vurgu yapmamıs (ve bu nedenle feminist arastırmacılar tarafından cinsiyet körü olmakla elestirilmis) olsa da, onun biyopolitika kavrayısı nüfusun kolektif bedeni ve ulusun biyolojik yasamıyla dogrudan ilintili olan kürtaj düzenlemelerini anlamaya oldukça elverislidir. Çünkü nüfusun düzenlenmesi kadınların üreme kapasitelerinin düzenlenmesiyle dogrudan ilintilidir ve kürtaja iliskin yasal düzenlemeler de -ister yasaklama isterse izin verme biçiminde olsun- kadınların bedenlerinin devlet denetimine açılmasına isaret etmektedir. Avrupa’da gebeligin erken asamalarında sona erdirilmesi, 19. yüzyıla dek genellikle kadınların denetiminde ve özel alana ait sayılan bir mesele olmustur (Peterson, 2012). Ancak, Foucault’nun belirttigi gibi, 18. yüzyıl saglık politikaları çerçevesinde devletin tıp ve hijyen pratikleri toplumsal denetimin aracı haline gelmis; salgın hastalıkları engellemek, ölümleri azaltmak ve yasam süresini uzatmak için otoriter tıbbi müdahaleler ve denetimler baslamıstır. Bu çerçevede daha önce yasak olmayan bazı uygulamalar da suç kapsamına alınmıstır ki bunlardan biri de kürtajdır (Foucault’dan akt. Ertem, 2011: 47). 19. yüzyılın ortalarından itibaren nüfusun azalması endisesine kosut bir biçimde önce Avrupa’da, daha sonra ABD’de kürtaj yasaklanmaya baslanmıs ve kadınların bu süreç içerisinde sahip oldukları denetim yetkisi ellerinden alınarak tamamen hekimlerin denetimindeki bir uygulama haline getirilmistir. Avrupa’da özellikle Fransa bu konuda öncü bir rol oynamıs, 1791 yılında gebe kadınların düsük yapmasına katkıda bulunanlar cezalandırılmıs, 1810 yılında ise düsük yapmak isteyen kadınlar da ceza kapsamına alınmıstır. ngiltere’de ise ilk olarak 19. yüzyılın hemen basında, 1803’te fetüsün can kazanmamıs olma ilkesi muhafaza edilerek istege baglı düsük yapmak suç olarak düzenlenmistir (Çokar, 2006: 54-55). 1861 yılında ise kürtaj tamamen yasaklanmıstır. ABD’de kürtajın yasaklanması 1860’larda baslamıs ve 1880’lere gelindiginde hemen tüm eyaletlerde yasaklama süreci tamamlanmıstır. 20. yüzyıl basında Batı Avrupa ülkeleri ile ABD’de gebeligin tüm asamalarında kürtaj yasaktır (Peterson, 2012). Büyük ölçüde kadınların kontrolünde olan, kadın deneyimine dayalı olarak belirlenen ve suç olarak nitelendirilmeyen gebeligin istege baglı olarak sonlandırılması isleminin devlet düzenlemelerine konu olarak yasaklanması, nüfusun denetlenmesine yönelik çabalarla dogrudan ilintilidir.7 Peterson’un 7 Kürtajın yasaklanmasını amaçlayan politik düzenlemelerle, annelik söyleminin dönüsümünün kosutluguna da isaret etmek gerekir. “Annelik sevgisi”, günümüzde evrensel ve dogal olarak AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 393 (2012) da ifade ettigi gibi, milliyetçiligin ve emperyalizmin Avrupa ülkeleri arasındaki gerilimi artırmasına kosut biçimde, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, sosyal bilimcilerin farklı ulusların dogum oranlarını karsılastırdıkları istatistikler yeni bir anlam kazanmıstır. Kadınların az çocuk sahibi olmaya yönelmeleri, siyasetçileri, uluslar arasındaki rekabette güç kaybedebilecekleri yönünde endiseye sevk etmistir. Bu endise, kadınların üreme kapasiteleri üzerindeki bireysel denetimlerinin ulusal çıkarlara yönelik bir tehdit olarak görülmesine neden olmustur. Miller’a göre (2007a: 17), 20. yüzyılın baslarında tüm Avrupa’da ve ABD’de nüfusun azalması nedeniyle ırkın ortadan kalkmasına (race suicide) dair endisenin yanı sıra biyolojik saflıgın nasıl korunacagı ve güçlendirilecegi temel ilgi alanlarından biri olmus ve ulusal parlamentoların gündemine girmistir. Ulusal bütünlügü ve saflıgı korumak isteyen devletlerin attıgı ilk adımlardan biri kürtajın suç haline getirilmesi olmustur.8 Osmanlı mparatorlugu’nun 18. yüzyıl sonlarında ve 19. yüzyıldaki nüfusunu denetim altına almaya dönük devlet düzenlemeleri Avrupa ile benzer bir görünüm sergilemektedir. Batılı düsünürlere benzer sekilde nüfusun sayısal büyüklügünü askeri, ekonomik ve siyasal güçle özdeslestiren Osmanlı yönetici seçkinleri (Balsoy, 2012: 23), savaslarda yasanan kayıplar nedeniyle azalan nüfus için kaygı duymustur. 19. yüzyılda Batı’daki pronatalist (üreme yanlısı) politikalar Osmanlı’da da hayata geçirilmis, bu dogrultuda kürtaj ya da o dönemdeki adlandırmayla “ıskat-ı cenin” önlenmeye çalısılmıstır. Bu konuda yapılan ilk düzenleme, 1838 yılında yayımlanan bir fermandır. Daha önce bu sunulsa da aslında tarihsel ve toplumsal olarak biçimlendirilmistir. Zira 18. yüzyıl öncesinde bugünkü anlamda “dogal” bir anne sevgisinden söz edilememektedir. Annelik sevgisi, 18. yüzyılda nüfusun önem kazanmasına kosut olarak hem “ticari” hem de “askeri” bir kaynak olarak deger kazanmaya baslayan çocuga yönelik bakısın degismesiyle söylemsel olarak dolasıma sokulmustur. Bu tarihten önce hem anne hem de baba için bir tür yük olarak görülen çocukların sag kalmaları önemli hale gelince kadının her seyden önce bir anne oldugu yönündeki söylemle kadınlar çocukların sorumlulugunu alma konusunda ikna edilmeye çalısılmıstır (Çeler, 2012: 173-175). 8 Avrupa’da dogum kontrol yöntemleri ile kürtajın yasaklanması ve ceza kapsamına alınması, özellikle 1930’lu yıllarda ve sonrasında yogunlasmıstır. Yasakların kaldırılmasına yönelik feminist mücadele ise 1960’ların sonundan itibaren sonuç vermeye basladı. ngiltere’de 1967’de, talya’da 1978’de, Hollanda’da 1981’de, Lüksemburg’da 1978’de, Danimarka’da 1973’te, sveç’te ise 1974’te kürtaj yasal hale geldi. Ancak kürtajın yasallasması bu konudaki tehditleri ortadan kaldırmadı. Kürtaj hakkına yönelik tehdit 1990’larda ve özellikle de 2000’lerde feminist hareketin radikalligini yitirmesi, yeni muhafazakâr ideolojinin güç kazanması ve üremeye iliskin teknolojilerin de gelismesiyle arttı. Diger yandan neoliberal politikalar, yasal kürtaja erisimi zorlastırmaktadır. Kamu harcamalarının kısılmasıyla, giderek daha az kadın ücretsiz, düsük ücretli, saglıklı ve zamanında kürtaj olanagına ulasabilmektedir. Yasal kürtaj hakkının kullanımı önüne çıkarılan bu engeller, aynı zamanda vicdani retçi doktorların da hareket alanını genislemektedir (Barın, 2010: 40-42). Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 konuda bazı kısmî düzenlemeler yapılmıs olmakla birlikte9 1838 tarihli fermanın önemi, kürtaj karsıtı politikanın sistematiklesmesi ve aynı zamanda bu alanın seküler devlet politikasının nesnesi haline getirilmis olmasıdır (Demirci ve Somel, 2008: 385, 386). 1859 yılında ise Ceza Kanunu’nda yapılan düzenleme ile kürtaj suç haline getirilmistir. Ancak seriat hukukuna uygun bir biçimde, Ceza Kanunu ile çocugunu düsüren kadın degil, düsük islemine yardım eden ya da neden olanlar cezalandırılmıstır. Bu düzenlemelerle kadınlar devlet tarafından ilk kez birey olarak görülmüs (Demirci ve Somel, 2008: 378) ve böylece kamusal alana kısmi giris haklarını cinselliklerinin ve bedenlerinin düzenlenmesi, dahası üreme kapasitelerinin politizasyonuyla elde etmislerdir (Miller, 2007b: 359). Demirci ve Somel, Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda yaptıgı düzenlemeler öncesinde, kadınların kendi bedenleri üzerinde kısmi de olsa bir denetim sahibi olduklarını ileri sürmektedir. Kadınların sahip oldukları bu denetimin kaynagı ise slami hukuktur. slami hukukun temeli olan Kuran’da kürtaja iliskin kesin bir yasak olmadıgı gibi slam’ın farklı mezheplerinde bu konuda farklı yaklasımlar bulunmaktadır.10 Ailenin özel alanına dair bir mesele olarak görülmesi nedeniyle kürtajın ne dereceye kadar yaygın bir uygulama oldugu bilinmemekle birlikte Osmanlı’daki yabancı gözlemcilerin geç 18. yüzyıl ve erken 19. yüzyılda kürtajın görece özgür oldugunu ve ahlaki bir sınırlamanın olmadıgını bildirdiklerini de hatırlatmak gerekir (378, 385). Pronatalist politika, uzun süren savaslar nedeniyle Anadolu’nun azalan nüfusunu artırmak amacı dogrultusunda Cumhuriyet döneminde de devam ettirilmistir. Mustafa Kemal, cumhuriyet ilan edilmeden önceki konusmalarında dahi nüfusun artırılması gerekliligine deginmekteydi. Örnegin, 24 Nisan 1920’de yaptıgı konusmada “Ulusumuzun saglıgının korunması ve güçlendirilmesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun artırılması ve bu suretle ulus bireylerinin dinç ve 9 I. Abdülhamit döneminde 1786 yılında düsüge neden olabilen bazı bitkilerin satısı yasaklanmıs, III. Selim döneminde ise 1789’da kürtaja neden olan ilaçların satısı yasak kapsamına alınmıstır (Demirci ve Somel, 2008: 386). 10 Sünnilerin çogunlugunun üyesi oldugu Hanefi mezhebinde dördüncü ayın sonuna dek kürtaja izin verilirken, Maliki fakihlerinin çogu kürtajın tamamen yasaklanması düsüncesini savunmustur. Hanbelî ve Safiiler ise, mubah oldugu konusunda Hanefilere katılmakta birlikte kürtajın yapılabilecegi döneminin uzunlugu konusunda farklı bir tutum benimsemislerdir. Bu süre, farklı görüslerde 40 ila 120 gün arasında degismektedir. Hanefiler, kadınlara eslerinin izni olmadan kürtaj hakkı tanısalar da mesru bir gerekçenin, bir zorunluluk halinin olması gerektigini de ileri sürmüslerdir (Ahmed, 2011: 65). Balsoy’un isaret ettigi gibi, jinekolojik bilgilerin sınırlı oldugu bir dönemde döllenmenin tam olarak ne zaman gerçeklestigi ve dolayısıyla kürtajın mubah sayıldıgı sürenin ne zaman basladıgıyla ilgili olarak yogun tartısmalar yapılmıstır. Bununla birlikte, mezheplerin farklılastıkları tek nokta gün sayısı degildir. Gün sayısının yanı sıra kadının hayatını tehlikeye sokan durumların tanımlanma biçimi, hangi durumların hayati tehlike sayılacagı ya da çocuk düsürme gerekçesi olarak tanınacagı da diger tartısma konularıdır. Hanefilik, bu konuyu, diger mezheplere göre daha esnek biçimde yorumlayarak örnegin annenin emzirmesine engel olan bir rahatsızlıgı olmasını, emziremeyecek kadar zayıf ya da hasta olmasını ama aynı zamanda da sütnine tutacak parasının olmamasını kürtaja mesru bir gerekçe kabul eder (2012: 23). AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 395 çalısma yetenegiyle yetistirilmesi gerekir” (akt. Ertem, 2011: 54) derken 1960’lara dek bir devlet politikası olarak uygulanacak olan pronatalizmin isaretini de vermistir. Bu dönemde nüfus artısı, hem tesvikler, hem de yasaklar yoluyla gerçeklestirilmek istenmistir. Öncelikli olarak 1926 yılında kabul edilen Ceza Yasası ile Osmanlı’dan beri süregelen kürtaj yasagı devam etmis; kasten çocuk düsürmek ve düsürtmek suç olarak belirlenmistir (Özberk, 2003: 71). Gebeligi önleyici alet ve ilaçların satılması ile dogum kontrolü, kürtaj gibi konularda propaganda yapmak bile yasaklanmıstır. Nüfus artısını tesvik etmek üzere, 1929’da çıkarılan bir yasayla besten fazla çocuklu aileler, yol vergilerinden muaf tutulmus; 1930’da altı ve daha fazla çocuk sahibi olan ailelere madalya verilmistir (Komut, 2009: 23). Ceza Kanunu’nda kürtajı yasaklayan bölümün adı “Kasden Çocuk Düsürmek ve Düsürtmek Cürümleri” iken 1936’da yapılan bir degisiklikle bölümün adı “Irkın Tümlügü ve Saglıgı Aleyhine Cürümler” olarak degistirilmistir (Eryurt vd., 2013: 132). Bu degisiklikle kürtajın kisilere karsı islenen suçlar kapsamından çıkarılarak ırkın tümlügüne iliskin suçlar kapsamında degerlendirilmesi, basit bir ad degisikliginin ötesinde, kürtajın biyolojik kolektiviteye karsı islenen bir suç olduguna isaret etmektedir. Bir baska ifadeyle, bu düzenleme, kadınların üreme kapasitelerinin ve elbette cinselliklerinin tamamen devletin denetimine geçtigini göstermektedir (Ertem, 2011: 52). Miller’a göre bu degisiklikte dikkat çeken yalnızca ulusun haklarının kadınların rahimlerine yerlestirilmesi degil, ayrıca bir yurttasın biyolojik kolektiviteye karsı isleyebilecegi suçun üremeye dair olmasıdır. Miller, bu degisiklikle bizatihi üremenin ulusal bütünlügün temel unsuru olarak görüldügünün somutlastıgını belirtmektedir (2007b: 362). Pronatalist politika, 1960’lara kadar sürdürülmüs, ancak 1950’lerin sonlarından itibaren sorgulanmaya baslanmıstır. II. Dünya Savası sonrasında silah altındaki erkek nüfusun terhis olması, saglık hizmetlerinde yasanan iyilesmelerle birlikte bebek ölümlerinin azalması, dogurganlıgın artması gibi nedenlerle nüfusun hızla artmıs, 1923-1955 yılları arasında nüfus 13 milyondan 24 milyona yükselmistir (Özberk, 2003: 71; Karaömerlioglu, 2012; Eryurt vd., 2013: 133). Çarpık kentlesme, issizlik, ekonomik durgunluk gibi sorunlar 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’de o döneme kadar uygulanan pronatalist nüfus politikalarının sorgulanmasına yol açmıs; ulusal bir güç kaynagı olarak görülen nüfus artısı, ekonomik ve toplumsal sorunların baslıca kaynagı olarak görülmeye baslanmıstır (Gürsoy, 1996: 532). Elbette bakıs degisikliginin temelinde, bu dönemde gelismis ülkelerin üçüncü dünya ülkelerinin nüfusunun azaltılmasının tesviki seklinde özetlenebilecek yaklasımlarının egemen hale gelmesi bulunmaktadır. Uluslararası yönelime uygun bir sekilde, Devlet Planlama Teskilatı, Birinci Bes Yıllık Kalkınma Planı’nda (1963-1967) ilk defa hızlı nüfus artısının yarattıgı sorunlara dikkat çekmistir (Eryurt vd., 2013: 134). Planlı ekonomi döneminde, 1965 yılında kabul edilen Nüfus Planlaması Hakkında Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 Kanun ile tıbbi zorunluluk halinde kürtaja izin verilmis, ancak istege baglı kürtaj üzerindeki yasak sürdürülmüstür. Bu düzenlemenin en önemli boyutu ise gebeligi önleyici yöntemlerin satısının ve uygulanmasının yasal hale getirilmesidir. 1970'lerde doğum kontrolü ve kürtaj tartışmaları yoğunlaşmış, çeşitli meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları kürtajın serbestleştirilmesi konusunda raporlar hazırlayarak bu yönde bir kamuoyu oluşturmuşlardır. Meclis nezdinde çeşitli girişimlerde bulunulmuşsa da11 (Karaömerlioğlu, 2012), isteğe bağlı kürtajın yasallaşması, 12 Eylül sonrası mümkün olabilmiştir. 1983’te çıkarılan 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’la kürtaj uygulaması için “tıbbi gereklilik” şartı kaldırılmış, hamileliğin ilk on haftasında kürtaj yasal hale gelmiştir. Gebeliğin sonlandırılması reşit olan gebe kadının iznine, kadının evli olması halindeyse ek olarak eşin onayının olmasına, 18 yaşından küçüklerde velisinin iznine bağlanmıştır. Kürtajın yasallaşması yönündeki son hamle gibi görünen bu yasanın gerisinde kadınların kendi bedenleri üzerindeki denetimlerini sağlamaları gibi bir saikın olmadığını, aksine, devletin nüfusu denetleme amacı çerçevesinde bu düzenlemenin yapıldığını ifade etmek gerekir. Tekeli’nin işaret ettiği gibi, önceki iki yasaya benzer şekilde, 1983 tarihli yasa da devletin nüfus politikaları ve günün demografik gereksinimleri doğrultusunda düzenlemiş, kürtajı kadınların kendi bedenlerini denetleyebilmelerinin bir aracı olarak tanımlamamıştır. Bu değerlendirmenin gerisindeyse, temel olarak yasal kürtaj süresinin Batılı ülkelere oranla oldukça kısa olması ile kürtajın izin koşuluna bağlanması bulunmaktadır (t.y.: 1200). Özellikle kürtaj için izin koşulunun getirilmesi, hem konunun kadın hakları çerçevesinde ele alınmadığının hem de kadınların kendi bedenleri üzerinde nihai karar yetkisine sahip olarak görülmediklerinin açık bir işaretidir. 2. NEOLİBERAL-MUHAFAZAKÂR HEGEMONYA VE KADIN BEDENİNİN DENETİMİ 1983 tarihli Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’la antinatalist politikaların yerlestigi Türkiye’de kürtaj meselesi kamusal tartısmanın merkezi bir konusu olmamıs, tam da bu nedenle Basbakanın sözleri, basta muhalefet partileri olmak üzere, yasaga karsı çıkanların önemli bir bölümü tarafından “gündem degistirme operasyonu” olarak yorumlanmıstır. Bu degerlendirme bir ölçüde geçerlilige sahip olmakla birlikte tamamen yeterli degildir. Zira “AKP’nin toplumsal 11 1971 yılında çel milletvekili Celal Kargılı kürtajın yasallastırılması için kanun teklifi vermistir. 12 Eylül’den bir süre önce de, Subat 1979’da, dört CHP milletvekili ve senatör Nermin Abadan Unat Türkiye'de 500 bin civarında kürtajın yapıldıgını ve 25 bin civarında kadının öldügünü belirterek kürtajın serbest bırakılması amacıyla bir kanun teklifi vermistir (Karaömerlioglu, 2012). AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 397 cinsiyet politikalarını çevreleyen patriyarka tarzı, neoliberal-muhafazakâr ittifakla organik bir baga sahiptir” (Yegenoglu ve Cosar, 2014: 167) ve bu bag, partinin ve hükümetin kadın sorunlarını ele alıs tarzında ve bu konuda yaptıgı düzenlemelerde açıga çıkmaktadır. Neoliberal muhafazakâr hegemonyanın patriyarkayla birlikte kadınların bedenlerini denetlemeye yönelik düzenlemeleri bir arada düsünüldügünde kürtajı sınırlandırma girisiminin gündem degistirme biçiminde yorumlanmasının yetersizligi anlasılmaktadır.12 AKP, aslında, iktidara geldigi 2002 yılından sonra kadınlarla ilgili çesitli meselelerde önemli adımlar atmıstır. Avrupa Birligi uyum süreci kapsamında ve kadın örgütlerinin çabalarının da sonucu olan bu düzenlemeler arasında Ceza Yasası’nda cinsel suçların bireye yönelik suçlar baslıgı altına girmesi, evlilik içi tecavüzün ve cinsel tacizin yasa kapsamına dâhil edilmesi, aile reisliginin kaldırılması, evlilikte bekâret kontrollerinin yargı kararına baglanması, mal rejiminin kadın lehine degismesi, esit ise esit ücret ilkesinin getirilmesi vb. sayılabilir (Bora, 2012a: 50). Toplumsal cinsiyete dayalı esitsizliklerin giderilmesi açısından olumlu sayılabilecek bu düzenlemelere ragmen bunların hayata geçirilmesinde ortaya çıkan sorunlar bir yana, neoliberal-muhafazakâr hegemonya kadınların bedeni üzerindeki denetimi yogunlastırmaktadır. Kadınların bedenlerinin denetimi, hem aileyi koruyan/güçlendiren hem de kadınları aile içerisindeki es ve annelik rolleriyle tanımlayan politikalar yoluyla hayata geçirilmektedir. Zinanın suç kapsamına alınmaya çalısılmasından, bosanmaların zorlastırılmasına, aile ombudsmanlıgına, evlenen ögrencilerin kredi borçlarının silinmesine, Sosyal Sigortalar ve Genel Saglık Sigortası Yasası’nda yapılan düzenleme ile kadınların ese ve babaya bagımlı kılınmasına ve evlilige “tesvik” edilmesine/zorlanmasına dek pek çok uygulamayı bu kapsamda degerlendirmek mümkündür (Ulusoy, 2013: 112). 2011 genel seçimlerinden önce Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlıgı’nın adı degistirilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıgı haline getirilmesi de bu kapsamda düsünülmelidir. Bu düzenleme, basit bir ad degisikliginin ötesinde partinin kendi programında da yer verdigi sekliyle kadını bagımsız bir birey olarak degil, ancak ailenin bir unsuru olarak tanımladıgını göstermektedir. Kadını aile içerisinden tanımlama ve aileyi koruma hedefi, yalnızca AKP’ye özgü olmayıp cumhuriyet tarihi boyunca hemen her iktidarın ortak bir yaklasımı 12 Zaten AKP’nin kürtaja ilgili olarak ilk açıklaması, kürtaj tartısmasından epey önce, 2004 yerel seçimleri öncesinde hazırladıgı “muhafazakâr ilkeler” listesinde yer almaktadır. Kürtaj karsıtlıgının ilk isareti olarak degerlendirilebilecek bu metinde “Muhafazakârlık, ailenin korunması kaygısı ve toplumun dini hassasiyetlerini dikkate alarak, devletin kürtaj ve cinsiyet degistirme ameliyatlarını desteklemesine karsıdır” denmekte ve bu konudaki bireysel tercihlere karısılmamakla birlikte destek de verilmeyecegi belirtilmektedir. Devamında söyle denmektedir: “nsan her konuda yetkin olmadıgı için, konu kendi bedeni bile olsa sınırsız yetkiye sahip degildir. Siyasette devrime sıcak bakılmadıgı gibi, bireysel yasamda da geri dönüsü olmayan radikal degisimlere sıcak bakılmaz” (Milliyet, “AKP kürtaja karsı”, 23 Aralık 2003). Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 olarak dikkat çeker. Ancak Bora’nın (2012a: 51) da isaret ettigi gibi, AKP’nin farkı, bunu hamaset düzleminden çıkararak bir hükümet politikası haline getirmis olmasıdır. Daha açık bir biçimde ifade edersek, neoliberal politikalar geregi devletin sosyal güvenlik ve saglık-bakım gibi alanlardan geri çekilmesiyle bu alanlardaki sorumlulugu aileye bırakılmıstır. Böylece, aile bir sosyal politika aracı haline gelirken, kadınlar da yaslıların, engellilerin, çocukların bakımından sorumlu kılınmıstır (Yazıcı, 2012: 112-113). Kadınlar bir yandan istihdam alanında esnek ama güvencesiz çalısma kosullarıyla karsı karsıya bırakılırken, diger yandan bakım hizmetlerini üstlenmeleri yolundaki politikalarla da ücretli emek piyasasının dısına itilmektedir. Ailenin sosyal politika aracı haline getirilmesi ve kadınların aile içerisinden tanımlanması “kutsal aile” ve “kutsal annelik” söylemiyle mesrulastırılmakta ve böylece, kadınlardan ekonominin gereksinim duydugu “genç ve dinamik nüfusun üreticisi” rolünü benimsemeleri beklenmektedir. Kadınlara iliskin bu yaklasım “en az üç çocuk” talebiyle somutlasmaktadır. En az üç çocuk talebinin dile getirildigi her konusmada görülen “güçlü ekonomi, güçlü Türkiye” vurgusu, kadınların bedenlerinin denetimiyle, daha dogrusu kadınların rahimlerinin bir kez daha devlete ait kılınmasıyla sonuçlanmaktadır. lk kez 2008 yılında Usak’ta Kadınlar Günü toplantısında dile getirilen ve daha sonra “vatana çocuk hibe etme” (Radikal, 8 Agustos 2013) biçimine dahi bürünen bu talep, kadınların, ulusun biyolojik yeniden üretiminin aracı olarak görüldügünün ve kadın bedeninin neoliberalizm, muhafazakârlık ve milliyetçiligin kesistigi noktada devletin denetimine (bir kez daha) açıldıgının göstergesidir. Zira nüfus artısının bir devlet politikası haline getirilmesinin gerisinde, “ ‘Demografik fırsat penceresi’ olarak tanımlanan 15-65 yas arası çalısabilir nüfus oranını yüksek tutmak, yani emek piyasasındaki rekabeti canlı tutmak, Kürt ve Türk nüfus arasındaki dengeyi korumak, oransal olarak Kürt nüfusun artmasını engellemek ve kadınların esas islevinin annelik oldugunu vurgulamak” (Özkan-Kerestecioglu, 2013: 18) amaçları yatmaktadır. Sermayenin ihtiyaç duydugu ucuz isgücü, böylece “ekonominin güçlenmesi” vaadi ve ayrıca “Türk milletinin kökünün kazınmak istendigi”ne yönelik tehdit algısıyla mesrulastırılmaya çalısılmaktadır. Kürtajı yasaklama girisimi hükümetin slami yönelimi baglamında degil, piyasanın gereksinimlerinin dinsel, geleneksel ve ahlaki bir zeminde mesrulastırılma çabaları içinde anlam kazanmaktadır. 3. SLAM-MUHAFAZAKÂR KADIN YAZARLARIN PERSPEKTFNDEN KÜRTAJ TARTISMASI slami muhafazakâr kesimin kadın yazarlarının bir bölümü, daha önce deginildigi gibi, kürtajın yasaklanması konusunda elestirel bir durus sergilemis, elestirel durusun öncelikli nedenini ise meselenin Uludere ile bitistirilerek ele alınması olusturmustur. Örnegin, Hidayet Sefkatli Tuksal, “Uludere’de kürtaj AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 399 yok, çocuk cesetleri var!” (2012b) diyerek meselenin tartısılma biçimine karsı çıkmıs, Nihal Bengisu Karaca ise “devletin hatasını (Uludere) örtmek için sorunu kadınlara ihraç ettigini” (2012a) söylemis ve “Uludere hatasını sezaryen ve kürtaj tartısmasına segirterek asmaya çalısmak bir hataydı” (2012c) diyerek kürtaj konusunun Uludere üzerinden tartısılmasının yanlıslıgına dikkat çekmistir. Konunun Uludere meselesiyle bitistirilerek tartısılmasına itiraz eden bir diger yazar ise Cihan Aktas’tır. Aktas, “Kürtaj ve Uludere Kolajı” (2012a) baslıklı yazısında, “Uludere’nin yaslı insanları kürtajlı sezaryenli bir kolajın parçası olmanın ötesine geçen bir ilgiyi hak ediyor” diyerek bu itirazını dile getirmistir. Ancak çalısma kapsamında incelenen kadın köse yazarlarının kürtaj tartısması içerisindeki muhalif durusları, meselenin yalnızca Uludere ile bitistirilerek gündeme getirilmesiyle sınırlı degildir. Yazarların önemli bir bölümü, daha önce belirtildigi gibi, dinsel inanısları nedeniyle kürtaja karsı olduklarını ancak meselenin yasaklanarak çözülmesini de dogru bulmadıklarını açıklamıslardır. Kürtaj tartısmasında ortaya çıkan iki kutuptan birine kolayca yerlesemiyor gibi görünen bu konumlanma biçimi, hem kürtajı yasaklamak isteyenlerle hem de “bedenim benimdir” anlayısından hareketle serbestîyi savunanlarla mücadeleyi beraberinde getirmistir. Kürtaj Yasagını Savunan Erkeklere Karsı Mücadele: Otoriter Dilin ve Sistemle Bütünlesmenin Elestirisi slami muhafazakâr kadın yazarlar, kürtaja karsı çıkarken bunun temeline dinsel inanıslarını yerlestirmekte, tam da bu temellendirme biçimi, yani dini gerekçelerle kürtaja karsı olma hâli, yazarların yasagı savunan erkeklere yönelik elestirilerinin temel eksenini olusturmaktadır. Yazarlara göre, böyle bir düzenlemenin yapılmak istenmesinin gerisindeki temel motivasyon dinsel degildir:13 Ancak bendeniz, hükümetin kürtajı sınırlandırmaya çalısmasının sebebini bazılarının zannettigi sekilde dini duyarlılıklar gerekçesinde aramıyorum. Eger öyle olsaydı, aynı hükümet zinayı, evlilik dısı iliskiyi suç olmaktan çıkaran kanunun altına imza atmazdı (Albayrak, 2012a). Alıntının yazarı, kürtajın yasaklanması yolundaki girisimin arkasında dini bir gerekçenin olmadıgını ifade ederken, kanıt olarak hükümetin dinsel degerlerin dısına tasarak yaptıgı düzenlemeleri göstermektedir. Cihan Aktas da “Zinanın serbest, genelevlerin mesru oldugu bir ülkede kürtajı tartısmak ise, murat edilen baslıklarla sınırlı kalmayan bir tartısmaya çekilmek anlamına geliyor” (2012c) diyerek yasaklama isteginin geri planındaki -dini refere 13 Zira kürtaj yasagı, hükümet yetkilileri tarafından dinsel ve ahlaki bir zeminde ele alınıp mesrulastırılmaya çalısılmıs, hatta hatırlanacagı üzere Diyanet sleri Baskanlıgı’ndan bu yönde bir fetva alınmıstı. Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 etmeyen- baska unsurlara dikkat çekmektedir. Meselenin “özünün” dinsel degerler olmadıgı iddiası, slami muhafazakâr kadınların kendi camialarının erkeklerine yönelik olarak yürüttükleri mücadelenin bir uzantısı olarak degerlendirilebilir. slamcı camia içindeki kadınlar, 1980’lerin sonlarından itibaren camianın erkekleriyle bir mücadele içerisine girmistir. Baslangıcı 1987 yılında Zaman gazetesinde Ali Bulaç’la yasanan feminizm ve toplumsal cinsiyet rolleri temalı tartısmaya dayandırılabilecek bu mücadeleyle14 Barbarosoglu’nun ifadesiyle “muhatap öteki dünyanın kadınları degil bizzat ‘bu dünyanın’ erkekleri olmustur” (Sisman, 2001: 106). 28 Subat süreciyle birlikte kadınların, camianın erkeklerine yönelik elestirileri artmıs (Bulut, 2001: 95), özellikle de 1999 genel seçimlerinde Merve Kavakçı’nın milletvekilli seçilmesinin ardından yasanan süreçte, basörtüsü yasakları konusunda kadınları yalnız bırakmakla suçlanan erkeklere yönelik mücadele belirginlesmistir Bu suçlama, 2002’de AKP’nin iktidara gelmesinin ardından basörtüsü sorununda somut bir adım atılmaması nedeniyle yogunlasmıstır (Ova, 2011: 135-136). AKP iktidarıyla birlikte, camianın erkekleri basörtülü kadınları baskı altında tutan sistemin bir parçası olarak degerlendirilmis ve erkekler sistemle bütünlesmekle suçlanmıstır. Burada sistemle bütünlesme, bir yandan Kemalizmle, diger yandan da kapitalist degerlerle bütünlesmeyi imlemektedir. Kadın yazarlara göre, erkekler hem 28 Subat süreciyle birlikte siyasal alanda var olabilmek için Kemalizmle uzlasmaya yönelirken, hem de ekonomik anlamda güçlendikçe kapitalist degerlerle bütünlesmis ve her iki bütünlesme biçimi de onları slami degerlerden uzaklastırmıstır (152-153). slami kesimin erkeklerine yöneltilen dinsel degerlerden uzaklasma elestirisi, yukarıda örneklendigi gibi, kürtaj meselesi baglamında dini degerlerin aksine yapılan baska düzenlemelerin –zina, genelevler, tüp bebek vb.- hatırlatılması yoluyla harekete geçirilmektedir. Bu hatırlatmalar, ahlaki bir 14 Ali Bulaç, Zaman gazetesinde yayımlanan “Feminist Bayanların Kısa Aklı” adlı yazısında, feminizmin, ortaya çıktıgı ilk dönemde kadınların kapitalist düzen tarafından sömürülmelerine karsı çıktıgı için yerinde talepler öne sürdügünü ancak günümüz Batı toplumlarında erkeklerin de en az kadınlar kadar modernligin olumsuz etkilerine maruz kalmaları nedeniyle anlamını yitirdigini savunmaktadır. Ona göre, sanayilesme ve modernizm kadını nesnelestirmektedir; ama bunun çözümü feminizm degil, kadının örtünmesidir. Bulaç’a göre kadını asagılayacak kosullar söz konusu olmadıgından “bizim tarihimizde” böyle bir durumun ortaya çıkması mümkün degildir. Dolayısıyla da feminizm gereksiz ve hatta zararlıdır. Bulaç’ın bu tavrı karsısında, slami hareket içinde yer alan bir grup kadın yazarın, Bulaç’ın yazısından yaklasık altı ay sonra, aynı gazetede bir dizi yazısı yayımlanmıstır. “slâm’da Kadın” teması etrafında Bulaç’a yanıt veren Mualla Gülnaz, Tuba Tuncer, Yıldız Ramazanoglu, Hatice Öncül, Elif Halime Toros, Yıldız Kavuncu gibi kadın yazarlar, kadınlar üzerindeki tahakkümün kapitalizme mal edilemeyecegini ileri sürerek, kadınlar ile erkekler arasındaki iliskileri sorunlastırmıslardır. Kadınların ev içi rollerle tanımlanmalarına karsı çıkan, kadınlara yönelik baskıları dile getiren yazarların bu dogrultudaki hedefleri slamiyet’in hükümlerinin uygulanmamasıyla ortaya çıkan ataerkil baskı ve dolayısıyla bu baskıları yok sayan slami kesimin erkekleri olmustur (Kubilay, 2010: 125- 128). Ayrıntı için ayrıca bkz. Ova, 2011. AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 401 zeminde yine camianın erkeklerinin sorgulanmasını saglamakta ve bu elestiriler kapitalist degerlerle bütünlesme iddiasıyla da pekistirilmektedir. slami muhafazakâr kesimin önemli kadın yazarlarından biri olan Hidayet Sefkatli Tuksal, “Kürtaj konusunda fetva veren makamların, günümüzde hızla kapitalistlesen ve kapitalizmin bütün kötü yönlerini kopyalayan servet sahiplerine yönelik hiçbir sey söylememesi, bu konuya ‘dinen’ olmaktan çok ‘siyaseten’ müdahil olduklarını düsündürtmektedir” (2012c) diyerek bu iddiayı açıkça dile getirmektedir. Özlem Albayrak ise, yukarıda alıntılanan yazısının devamında kürtaj karsıtlıgının altında “nüfusun çogalmak yoluyla planlanması gibi bir niyet” oldugunu ifade etmistir. Albayrak’a göre, “(..) çok hızlı biçimde çogalan dogu bölgelerinin nüfusuna karsı, büyümesi durma noktasına gelmis olan Batı nüfusunu dengeleme amacı olabilir, uzun süredir büyüme trendine girmis olan Türkiye' Cumhuriyeti'nin dinamik ve genç bir nüfusa olan ihtiyacı da olabilir” (2012a). Albayrak’ın ekonominin isgücü ihtiyacını isaret edisi, Nihal Bengisu Karaca tarafından daha açık biçimde ifade edilmistir: Belki de Saglık Bakanı’mız ve Basbakan, “Çocuklarınızı öldürmeyin” ayetinden güç almakla beraber aslında konuya sadece “reel” açıdan bakıyorlar. Kimsenin iyi niyetinden süphelenmek istemiyorum lakin dünyadaki diger muhafazakâr partilerin ve egilimlerin kürtaj karsıtlıkları ile “ucuz is gücü temin etme” çabalarının nasıl da paralel gittigini bilmek içime kurt düsürmeye yetiyor. Sermaye zarar görmesin, ekonomimiz büyüsün diye isçi güvenligine dikkat etmiyor, AB'nin çalısma güvenligiyle ilgili kıstaslarına uymuyoruz. Sicilimiz hayli lekeli. THY çalısanları grev yaptılar diye cep telefonlarına gelen SMS'lerle isten atılıyorlar sonra. Ekrana çıkan ve grevden hosnut olmadıgı her halinden belli olan bir adam sunları söylüyor: “nsaf yahu, bunların aldıgı maası almak için bu iste çalısacak nice insan var...” Belki de konunun özü budur. Hiçbir yükümlülüge girmeden ikame edilebilir, her an daha azına razı olacak baska biriyle degistirilebilir ucuz isgücü (2012b).15 Karaca’nın yazısı, hükümete yönelik elestirileri ifade etme bakımından temkinli olsa da nüfusun sermayenin çıkarları dogrultusunda düzenlenisini vurgulaması nedeniyle üzerinde durulmaya degerdir. Kürtaj karsıtlıgını ucuz isgücü temin etme arzusuyla iliskilendiren ve yasaklama isteginin temelindeki saikın ekonomik oldugunu ileri süren Karaca, böylece düzenlemeyi savunanların dinsel ve ahlaki bir zemine yaslanma yönündeki girisimlerini de gayrimesrulastırmaktadır. Ancak bu noktada vurgulanması gereken, kapitalizmle ilgili elestirilerin dogrudan kapitalizm karsıtlıgı degil, kapitalizmin “kötü yönlerine” yönelik karsıtlık biçiminde belirmesidir. Kürtaj meselesi etrafında camianın erkeklerine yönelik elestiriler kapsamında ortaya çıkan kapitalizmle bütünlesme elestirisi, böylece, slamcı söyleme içkin olan kapitalizmin kötü 15 Vurgular yazara ait. Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 yönlerine yönelik negatif imgelemle sınırlı kalmaktadır. Sibel Eraslan’ın kadınları kürtaja iten nedenleri sorguladıgı yazısında benzer bir sınırlılık göze çarpmaktadır (2012b). Eraslan kadınları anne olmaktan alıkoyan uygulamaları gündeme getirirken “is dünyasının sert rekabete dayalı kapital dizaynı”nın kadın isçinin anneligini olumsuz yönde etkiledigine isaret etmektedir. Sermayedarların kâr arzusunun dogurganlıgı sınırlandırıcı boyutundan söz eden Eraslan da bir üretim tarzı olarak kapitalizmi degil, kapitalizmin kadını anne olmaktan alıkoyan kötü yönlerini sorgulamaktadır. Kadın yazarların, kürtajı yasaklama girisimini temelinde dinsel gerekçelerin olmadıgı iddiası ile kapitalizmle bütünlesme ve kapitalizmin kötü yönlerini kopyalama seklinde ifade ettikleri elestirileri, yasagı savunan erkeklerin toplulukçu argümanlarını da yerinden etmektedir. Liberalizmin bir elestirisi olan toplulukçuluk, çagdas liberal felsefecileri bireysel haklara asırı odaklanarak, topluluk, ortak degerler ve hedeflerle ilgili sorumlulukları ihmal etmekle elestirir (Etzioni, 2013: 401). Toplulukçular, mahremiyet alanında bireyselci degerlerin topluluk degerlerinin önüne geçmesi seklinde ifade ettikleri degisimleri elestirir ve anayasal güvence altına alınan özel yasam hakkının topluluk degerlerini ve dayanısmayı zayıflattıgını öne sürerler. Tipik olarak “aileye” ve “aile degerlerine” çok önem veren toplulukçular, bunları zayıflatacak bireysel karar özerkligine ise karsıdırlar. Burada karsı çıkılan, esasen, toplumsal baglamından koparılmıs bir özgür seçim ve özerk benlik kavramıdır (Cohen, 1999: 275, 279). Örnegin, toplulukçuların önemli isimlerinden biri olan Michael Sandel’e göre kisilerin daima toplumsal baglamda konumlandırılması ve topluluk baglarıyla engellenmesi nedeniyle tamamen özerk bireyler olması mümkün degildir (akt. Etzioni, 2013: 403). Daha açık bir ifadeyle, liberalizmin soyut rasyonel birey anlayısına karsı Sandel, “konumlandırılmıs birey” kavrayısını benimser. Topluluk lehine kisinin karar özerkliginin bir kenara bırakılmasını gerektiren bu kavrayıs, kisinin çıkarı ile kamusal çıkar ya da kamu yararının özdes görülmesiyle sonuçlanmaktadır (Cohen, 1999: 288). Toplulukçuların, kürtaj meselesi çerçevesinde karsı çıktıkları, özellikle Roe- Wade Davası’yla birlikte özel yasam hakkının bir kadının hamileligini sona erdirip erdirmeme konusundaki kararını kapsadıgı seklinde ifade edilen karar özerkligi anlayısıdır. Özel yasam hakları aracılıgıyla kadınlara aile meselelerinde karar özerkligi vermenin bireysel seçimi topluluk dayanısması pahasına elde etmek oldugunu ileri sürerler (Cohen, 1999: 276). Baska bir ifadeyle, kürtaj konusunda kararın kadına bırakılması, kadının topluluk ve toplulugun degerleri aleyhine kendi bireysel yararını öne çıkarması anlamına gelir. Bu çerçevede Türkiye’de yasanan tartısmaya bakıldıgında, “güçlü Türkiye, güçlü ekonomi” ve “milletin dünya sahnesinden silinmesi” tehdidi baglamında ortaya konan “genç ve dinamik nüfus” talebi, kadınlardan kisisel tercihlerini bir yana bırakarak AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 403 topluluk degerleri ve kamu yararı adına hareket etmelerinin istendigi anlamına gelmektedir. Nüfusu artırmaya dönük bu talebe eslik eden kürtajı yasaklama girisiminde kürtajın “günah”, “cinayet” ve hatta “katliam” olarak nitelendirilerek “Allah’ın verdigi canı ancak yine onun alabilecegi” anlamına gelen çesitli beyanatlarla mesele, ahlaki ve dini bir zemine çekilmistir. Bir baska deyisle embriyonun yasama hakkının odaga alınması yoluyla yasak girisimi, ahlaki ve dini olarak temellendirilmek istenmis, bu temellendirme ise toplulukçuların aile ve aile degerlerini koruma kaygılarına kosut olarak bireyleri ahlaki bir düzenin üyeleri olarak gören anlayıslarına da denk düsmüstür. slami muhafazakâr kadın yazarlar, kürtajı yasaklama girisiminin gerisindeki motivasyonun dinsel ve ahlaki olmadıgını, topluluk degerlerinin ya da kamu çıkarının korunmasına hizmet etmenin amaçlanmadıgını ortaya koyarak bu düzenleme çabasının aslında kapitalizmle bütünlesme sürecinin bir uzantısı oldugunu ifsa etmektedirler. Çalısma kapsamında inceledigimiz slami muhafazakâr kadın yazarların tümü, kürtaja karsı çıkma noktasında erkeklerle ortak bir konumu paylasmıs ancak çogu, kürtajı cinayet olarak tanımlamaktan da imtina etmistir. Tam da bu noktada camianın erkeklerine yönelik elestirilerinin bir baska boyutu ortaya çıkmaktadır: “erkek dili.” Burada elestiri konusu olan, erkeklerin kadınlarla ilgili meselelerde kullandıkları dilin buyurganlıgı, sertligi ve hosgörüsüzlügüdür. “Kaba yasakçı muhakeme” (Aktas, 2012b); “esnemeyen, ‘adam’ eden, tokatlayan, kulluk hakkına ipotek koyan, buyurgan, kitabi tartısmalarla gündelik hayatı götürmeye çalısan, özcü, ahlakçı, soguk, katı bir dil” (Atlas, 2012); “kürtaj meselesindeki erkek dilinin hoyratlıgı, cahilligi” (Böhürler, 2012a); “kadınlara karsı otoriter bir dil” (Ramazanoglu, 2012a) gibi ifadelerle erkek dilinin sorunlu yanları ifsa edilmistir. Kürtaj tartısmasının erkekler tarafından baslatılması ve erkeklerin kadınlarla ilgili meselelerde kadınların adlarına karar verici olmaları sorgulanmıs, aynı zamanda toplumsal cinsiyete dayalı esitsizlikler de gündeme getirilmistir. Örnegin Ayse Böhürler, “Kuran'ın onlarca ayetle haram kıldıgı konularda sesini çıkaramayan erkeklerin kadınlar söz konusu oldugunda yükselen sesleri de ayrıca dikkat çekici” (2012a) derken, erkeklerin kadınlarla ilgili meselelerde çifte standartlı davrandıklarına isaret etmistir. Yıldız Ramazanoglu ise bu baglamdaki elestirilerini söyle dile getirmektedir: Geçtigimiz günlerde toplumsal cinsiyeti konusan kimi din adamlarının, Peygamberimiz'in evde esine yardım etmesinin ve kendi islerini görmesinin müminlere sünnet olarak takdiminin gereksizligine dair sözlerine tanık olmustum. Kadın konusunda kılı kırk yaran, baglayıcı, müeyyide uygulayıcı tutumlar, onlara birazcık yardıma gelince sünnet-i seniyye bile birden sekil degistirip olmasa da olabilir noktasına gelebiliyor (Ramazanoglu, 2012a). Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 Erkeklerin kürtajı” baslıklı yazısından yapılan yukarıdaki alıntıda Ramazanoglu, erkeklerin kadınlarla ilgili konulardaki yaklasımlarının “ikili” niteligine dikkat çekmekte ve onların geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini muhafaza etmeye yönelik tutumlarını sorgulamaktadır. Meryem layda Atlas ise “Kürtaja da karsıyım, yasaga da” baslıklı yazısında dindar erkeklerin kadınlarla ilgili konuları görmezden geldigini, göz ardı ettigini, bu konuları gündeme getirmek isteyen kadınları ise susturdugunu söylemektedir: “Velev ki bu kimseler çok sevip saydıgımız ilim/irfan erbabından olsun, yine de kadın konularından ikmale kalıyorlar. Neden mi? Çünkü dindar kesimde bu meseleler kadınların da dâhil oldugu bir sekilde konusulmuyor. Dokunulmaz, güya kutsal bir alan içinde, göz ardı edilebildigi kadar ediliyor” (2012). Fatma Barbarosoglu’nun elestirisi de, yukarıda alıntı yapılan yazarlara benzer biçimde, erkeklerin kadın sorunlarındaki çifte standartlı yaklasımını ifsaata yöneliktir. Emanet suurunun bir bütün oldugunu söyleyen yazar, hayatın her alanında muktedirin dili kullanılırken kadınlar söz konusu oldugunda “emanet diline” yaslanıldıgına, bunun da kadınları isyan suuruna yaklastırdıgına isaret etmektedir (2012b). Kadın yazarların, kürtaj yasagını savunan erkeklerin üslubuna, kullandıkları dilin katılıgına ve buyurganlıgına dönük elestirilerinin temellendigi konulardan biri tecavüze ugrayan kadınlarla ilgilidir. Hatırlanacagı üzere, dönemin Saglık Bakanı Recep Akdag, “Bazen ‘Annenin basına kötü bir sey gelmisse ne olacak?’ vesaire gibi seyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebege devlet bakar” (Hürriyet, 31 Mayıs 2012) seklinde bir açıklama yapmıstı. TBMM nsan Hakları Komisyonu Baskanı Ayhan Sefer Üstün de tecavüz sonucu gerçeklesen gebeliklerde dahi kürtaja karsı çıkmıs, tecavüze ugramıs Bosnalı kadınları örnek göstererek, “anne bakmak istemiyorsa devlet alabilir” (Radikal, 1 Haziran 2012) diyerek hemen her durumda kürtaja karsı oldugunu ifade etmisti. Hükümet yetkililerinin yaptıgı bu açıklamalar kadınların kendi bedenleri, bedensel bütünlükleri üzerine söz söyleyebilme yetkisinin göz ardı edildigini, onların neslin biyolojik yeniden üreticisi olarak görüldügünü ve bedenlerinin de kolektif bedene ya da devlete ait kılındıgını göstermektedir. Bu açıklamalar, kadın yazarlar tarafından “siddet dili” olarak nitelendirilmis, bu tür vakalarda kadının perspektifinin de dikkate alınması gerektigi vurgulanmıstır. Kürtaj meselesine cenin perspektifinden bakmak durumunda olduklarını belirten yazarlar, tecavüz vakalarında kadının bakıs açısının da önemli oldugunu ifade etmektedir. Cinsel suçlar durumunda dahi kadının dogurmasını salık verenlere karsı, çalısma kapsamında inceledigimiz kadın yazarların itirazlarının bir boyutu, bu açıklamalarda kadınların bir tür “tasıyıcı” olarak görülmesiyle ilgilidir. Cihan Aktas’a göre, bu tür beyanatlar, kadınların “kuluçka makinesi” ya da “salt tasıyıcı robot” gibi görüldügü izlenimi vermektedir. Aktas’ın itirazında dikkat çeken nokta ise, bu açıklamalara yönelik tutumlar bakımından kadınları dinsel inanısları çerçevesinde ayırmıs olmasıdır: “Bu söylemleri kürtaja AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 405 dinî bir perspektiften bakan kadınlar anlayısla karsılayabilir. Ancak, dinî beden görüsüne mesafeli ya da uzak düsmüs bir kadına tecavüzcüsünün bebegini dogurması yasayla nasıl buyrulabilir...” (2012b)16 diyen Aktas’ın bu sözlerle, slami inanısa sahip kadınların tecavüz durumunda dahi dogurmalarının söylenebilecegine isaret etmektedir. Hidayet Sefkatli Tuksal ise tecavüz durumunda kimsenin kadın adına konusamayacagını, kararı ancak kadının verebilecegini belirtmektedir. Ancak Sefkatli Tuksal’ın “Ayrıca, devlet sanki kendi vatandasına çok iyi bakıyormus da o çocuklara da devlet bakar gibi büyük lafların söylenmesi kimse için inandırıcı olmadı. Nasıl, hangi kosullarda bakacaksınız?” (2012b) sözleri, kararı kadınlara bırakma yönündeki ifadeleriyle çelismektedir. Yalnızca Sefkatli Tuksal’ın degil, kürtaj serbestîsini savunan kesimlerin sıklıkla dile getirdigi bu sözler, devletin uygun kosulları saglaması halinde kürtajın vazgeçilebilir oldugunu ima etmektedir. Dolayısıyla, Sefkatli Tuksal, bir yandan tecavüz durumunda kararın tek tek kadınlara bırakılmasını önerirken, diger yandan da devletin uygun kosulları saglaması (dogacak bebeklerin bakımını üstlenmesi) halinde kararın kadına bırakılmayabilecegini ima etmesi bakımından çeliski içinde görünmektedir. Tecavüz meselesine deginen bir diger yazar Meryem layda Atlas (2012), tecavüzün tartısılmayıp bir gerçeklik olarak kabul edilmesini elestirirken, Nihal Bengisu Karaca (2012b) ise tecavüze ugramıs bir kadının dogurmaya zorlanamayacagını vurgulamıstır. Özetle, dini inanısları nedeniyle kürtaja karsı olan yazarlar, tecavüz vakaları baglamında açık kapı bırakmıslardır. Ünal ve Cindoglu (2013: 27), Meclis’te temsil edilen muhalefet partilerinin kürtaj yanlısı söylemlerini analiz ettikleri yazıda, söz konusu partilerin kürtaj yasagına karsı çıkarken basvurdukları temel dayanak noktalarından birinin tecavüz vakaları oldugunu göstermektedir. Yazarlar, muhalefet partilerinin üyelerinin hükümetin kürtaj düzenlemesine karsı çıkarken “Peki ya kadın tecavüze ugramıssa ne olacak?” sorusu üzerinden kendi konumlarını güçlendirmeye çalıstıklarını belirtmektedir. Ünal ve Cindoglu’ya göre, kürtaj savunusunu tecavüz üzerinden gerçeklestirmek kadınların bedenleri üzerindeki denetimi odaga almak yerine üreme ve cinsellik alanlarındaki varlıklarını kurbanlastırmaktadır. Bu degerlendirme, çalısma kapsamında incelenen yazarlar açısından da geçerli görünmektedir: Ancak bu soruna aynı zamanda dinî inancı olsun ya da olmasın (mesela tecavüz sonucu hamile kaldıgı için) kürtaj riskini göze alacak kadar bedenine yabancılasmıs ve benliginde açılan yaralarla merhamet yoksunu bir toplumda yasamaya terk edilen kadınlar açısından bakmaya çalısmayı da önemli buluyorum. Sözkonusu olan insan canıysa, (bazen ensest eseri) tecavüz 16 Vurgular yazara ait. Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 hamilelikleri yüzünden canından vazgeçmeye hazır kadınların varlıgı hesaba katılmalı” (Aktas, 2012b).17 Cihan Aktas’tan yapılan yukarıdaki alıntı Ünal ve Cindoglu’nun degerlendirmelerine uygun örneklerden biridir. Yazarın kullandıgı “bedenine yabancılasmıs ve benliginde yaralar açılmıs, merhamet yoksunu bir toplumda yasamaya terk edilen kadın” imgesi, kadını, kendi bedeni üzerinde denetim sahibi olan aktif özne degil, tersine, pasif kurban olarak konumlandırmaktadır. Kadınların kurbanlastırılması yoluyla kürtaj için mesru bir zemin yaratılması, diger yazarlarda da karsımıza çıkmaktadır. Örnegin, Sibel Eraslan da “Öte yandan annenin saglıgı ve hayati tehlikeye düsmesi mevzuları kürtajı zorunlu kılabilir... Veya daha patolojik alt hikayeler geçer hayatın içinden... Bosna’da tecavüze ugramıs kadınların düsük ve kürtaj için yazdıkları mektuplar hala beynimi zonklatan hatıralarımın arasında mesela” (2012a) derken, yine, kurban ya da magdur kadın imgesiyle hareket etmektedir. Nihal Bengisu Karaca’nın su cümleleri de aynı baglamda degerlendirilmelidir: “Devletimiz, tecavüz sonucu dogan çocugu alır bakarsa, tecavüz magdurunun hayatının etkilenmeyecegini, o kadının tahrip olmayacagını, hayatına kaldıgı yerden devam edebilecegini, bunu bilebilecegini varsayıyor. Tecavüze ugraması yetmemis gibi, bir de dogum yapıp çocugunu atan kadın durumuna düsmenin zilletine duçar olan kadın bir yana…” (2012b). Kadın yazarların, tecavüz ya da ensest gibi durumlarda kürtaja açık kapı bırakması, pek çok slam ülkesinde giderek artan bir biçimde tecavüzün kürtaj için mesru bir gerekçe sayılmasıyla da kosutluk göstermektedir. Leila Hessini, Ortadogu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki kürtaj uygulamalarını degerlendirdigi yazısında Mısır, Cezayir, ran ve Suudi Arabistan dâhil pek çok slam ülkesinde yayımlanan fetvalarla tecavüz durumunda kürtaja izin verildigine dikkat çekmektedir. Ancak burada dinsel otoritelerin fetvalarıyla yasal düzenlemeler arasında bir farklılıgın oldugu hatırlatılmalıdır (Hessini, 2007: 77-78). Kürtaja karsı olduklarını açıkça ifade eden kadın yazarların kürtaja hayati tehlike dısında tecavüz ve ensest gibi kadınların “kurban/magdur” oldugu durumlarda kapı aralamaları, kadınların kendi yasamları hakkında karar verebilmek için baskalarınca kabul edilebilecek “mesru” gerekçe ileri sürmeleri gerekliligine isaret etmektedir. Cinsel suçların magduru olma durumunun ya da tıbbi gerekliliklerin bir gebeligi sonlandırmada mesru bir gerekçe olması, kadınların kendi bedenleri üzerindeki iradi tasarruflarını ya da daha açık bir 17 Aktas tecavüz vakaları baglamında kadınları kurban konumuna yerlestirdigi bir baska yazısında su ifadelere yer vermektedir: “Kürtaj konusunda ise her hikâye özeldir ve bazı örneklerde insan hesabını sadece Allah'a vermek isteyebilir. Bu cümleyi kurmamın sebebi, yenilerde Tahran'da duydugum bir örnek: Tecavüz kurbanı genç kız aylar sonra hamile oldugunu ögreniyor, ailesinin dıslaması sonucu benzinle kendini yakarak feci bir sekilde can veriyor. Düsük, kürtaj, bebek ölümü, kadın dünyasının acılı, iz bırakan haberleri...” (2012c). AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 407 biçimde ifade edilirse, hayatın olagan akısı içinde gerçeklesen istenmeyen bir gebeligi herhangi bir gerekçe göstermeden sonlandırma taleplerini göz ardı etmektedir. Yazarların kürtaj yasagına karsı elestirel ve mesafeli duruslarının bir baska nedeni olarak ortaya çıkan “kürtaj yasaklansa dahi yasal olmayan biçimde devam edecektir” biçiminde dile getirilen görüse de bu baglamda deginmek gerekir. Cihan Aktas ve Hidayet Sefkatli Tuksal tarafından dile getirilen bu görüs, kürtajın yasaklanması halinde merdiven altı operasyonlara basvurmak durumunda kalacak kadınların hayatlarının tehlikeye girecegine isaret etmektedir. Kürtaj meselesinin daha esnek biçimde ele alınmasını önermesi nedeniyle bu yaklasım “kadın dostu” (Feminist Politika, 2010: 22) gibi görünse de, kadının bedeni üzerindeki denetimini savunmamaktadır. Kadının bedeninin denetimi meselesi, slami muhafazakâr kadın yazarların “bedenim benimdir” argümanından hareketle kürtaj serbestîsini savunan kadınlardan farklılastıkları temel ugragı teskil etmektedir. Kürtaj Serbestîsini Savunan Kadınlarla Mücadele: Seküler Bedene Karsı Emanet Beden Kürtaj tartısmasının, embriyonun yasam hakkı ile kadının seçim hakkı arasındaki karsıtlıga hapsedilmeye çalısılması, meselenin kadınların bedeninin kime ait oldugu sorusuna dügümlenmesine yol açmıstır. Kürtajın cinayet olarak tanımlamasının ardından kadın örgütlerinin ve feministlerin ortaya koydukları tepki, daha çok “kürtaj haktır” ve “benim bedenim, benim kararım” sloganlarıyla ifade edilmis ve bu sloganlar kürtajın yasaklanmasına karsı çıkan toplumsal grupların önemli bir kısmı tarafından benimsenmistir.18 Zeynep Direk, “bedenim benim” sloganının, “1) Bedenimin sahibi benim 2) Ben bedenimim, bedenim benden ayrı bir varlık degildir” seklinde anlasılabilecegini, ancak cümlenin yalnızca ilk anlamıyla okunduguna isaret etmektedir. Direk’e göre, ifadenin yalnızca ilk anlamıyla okunması bedenin sahip olunan bir nesne gibi konumlandırılmasına ve tartısmanın bu nesnenin kime ait oldugu sorusu etrafında dönmesine neden olmustur. Bu soruya verilecek yanıt, aynı zamanda kimin bedene müdahale hakkının oldugu, dahası üreme sürecinde kimin söz sahibi oldugunun da belirlenmesi anlamına gelmistir (2013). 18 “Bedenim benimdir”, kürtaj serbestîsini savunanların mottosu gibi sunulmus olmakla birlikte feminist hareket içerisinden önemli elestirilere hedef olmustur. Örnegin Emine Ayhan, “Bedenimi her hareket ettirdigimde, hatta bunu her düsündügümde onun mutlak egemenin yasasına tabi oldugunu biliyorken, onu sadece yasatmak için günde on-on iki saat kadar çalısmak zorundayken, ‘kadın’ görünümümden dolayı kamusal alanda asırı görünürlük ile görünmezlik sarkacında bir varolus sürerken, sözün kısası onun üzerindeki yasal, ekonomik ve cinsi/cinsel sınırlanmayı her dakika hissederken, sanki bedenlerimize ilk kez dokunuluyormus gibi bir izlenim yaratıyordu bu söylem” diyerek itirazını dile getirmistir (2012). Aksu Bora ise “kürtaj haktır” sloganını elestirerek kürtajın örnegin egitim, saglık, bedensel dokunulmazlık, yasam hakkı gibi bir hak olup olmadıgını ve kürtajın yasaklanmasına karsı çıkmak için onu bir hak haline getirmemiz mi gerekiyor diye sormustur. Bora’ya göre, kürtajı bir hak olarak talep etmek yerine kürtajın güvenli ve saglıklı kosullarda yapılmasını talep etmek gerekir (Bora, 2012b). Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 Kadının bedeninin kime ait oldugu sorusu etrafında yürüyen tartısmada, kürtajın yasaklanmasına karsı çıkan slami muhafazakâr kadın yazarlar, “bedenim benimdir” anlayısını savunan kadınlarla bir mücadele yürütmüstür. Bu çerçevede, kürtaj tartısmasında, birbirine rakip politik güçlerin kendi kısmi çıkarları dogrultusunda bedeni isaretlemeye çalıstıkları söylenebilir. Baska bir deyisle, “güçlü bir sembolik form olarak beden” (Douglas’tan aktaran Bordo, 2003: 165) birbiriyle rekabet halindeki politik güçlerin mücadele alanı olmustur. Kürtajın yasaklanmasını onaylamayan slami muhafazakâr kadın yazarlarla, “bedenim benimdir” argümanını benimseyen kadınları karsı karsıya getiren bedenin anlamlandırma biçimindeki farklılıklardır. slami beden anlayısında, tanrı, kendi suretinde yarattıgı tek varlık olması nedeniyle insana emaneti yüklemistir; yani insan tanrının yeryüzündeki halifesidir. Kendini ve tanrıyı bilme temelinde de insan diger yaratılmıslardan üstündür. Kendi bedeni dâhil, âlemdeki her sey belirli bir süre için ona emanet edilmistir (Sisman, 2006: 37). slam inancında beden, tanrı tarafından üflenilmis bir ruhun tasıyıcısı olarak görülür (Esendemir, 2001: 113). Dolayısıyla da tanrının emaneti olarak bedeni sınırsız biçimde, onun rızası hilafına kullanmak mümkün degildir. “Bedenim benimdir” ise emanet beden anlayısının tersine, kadının kendi bedeni üzerinde hak sahibi oldugunu, dolayısıyla da var olusunu belirleyebilme yetkisine sahip oldugunu savunan seküler bir anlayısa dayanır. Kürtaj tartısması sırasında yaygınlasan bu sloganla, kadınlar kürtajın yasaklanması yoluyla kendi bedenlerinin devlet denetimine açılmasına karsı çıkmıs ve kendi bedenleri üzerinde söyleme hakkının yalnızca kendilerine ait olduguna isaret etmislerdir. slami bir zeminde bedene yaklasan kadın yazarlar açısından “bedenim benimdir” sloganı kabul edilemez bir yaklasımdır. Cihan Aktas, Yıldız Ramazanoglu, Hidayet Sefkatli Tuksal, Ayse Böhürler gibi yazarlar, inançları nedeniyle kürtaj serbestîsini savunan kadınların beden anlayıslarını benimsemelerinin mümkün olmadıgını ifade etmislerdir. Yazarlara göre, yaratılmıs/emanet beden kavrayısı uyarınca kadının bedeni içerisinde gelisen “bebegin” (embriyonun) akıbetinin yalnızca kadın tarafından belirlenmesi kolaylıkla kabul edilemez; Tam da bu nedenle, kürtaj yasagına karsı çıkan feministlerin ve kadın hakları savunucularının argümanları toplum nezdinde kolay benimsenemez. Hidayet Sefkatli Tuksal’dan yapılan asagıdaki alıntı bu yaklasımı örneklemektedir: Ne yazık ki feminist arkadaslarımın çok klise sloganlarla hareket etmelerini dogru bulmadım. Feminist politika yapmak, hükümete de çatmak istiyorlar. Tamam ama öyle bir dil kullanılıyor ki, Türkiye'de bununla sonuç almak imkansız. Kaç kadın geldi o gösteriye? Muhafazakâr kadınların da kürtaj ve dogum kontrolü ile ilgili sorunları var (Sefkatli Tuksal, 2012b). AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 409 Yazarın, kürtaj karsıtı eylemlerde kullanılan argümanın toplumsal karsılıgının olmadıgı seklindeki iddiası, Ayse Böhürler tarafından da dile getirilmistir. Böhürler, “(..) Kısaca muhafazakâr kadınlar asla ‘bedenimiz bizimdir’ demediler ve demeyecekler de. Feminizmin Hıristiyan inancının kadın algısına karsı baslattıkları özgürlük mücadelesine özgü bu sloganı elbette kullanamazlar. Bu onların inançlarına da, degerlerine de aykırı” (2012a) diyerek Tuksal’la benzer bir konumu paylasmıstır. “ ‘Bedenim benimdir’ demenin de bir sınırı olmalı” diyen Cihan Aktas ise kürtajı hak olarak savunmayı “Türkiye tipi feminizm” ve “kalıplasmıs ideolojik refleks” olarak tanımlamıstır (2012a). Yazarların, “eylemlerin yerliligi sorunu” olarak nitelendirilebilecek bu itirazlarıyla, kadınları kendi bedenleri üzerinde nihai söz sahibi olarak görenleri “toplumun degerlerine yabancı olmak”la itham ettigi söylenebilir.19 Feminizmle olan mesafeleri birbirinden farklılık gösteren üç yazarın dile getirdikleri bu “yabancı olma” iddiası, kürtaj serbestîsi amacıyla yapılan eylemleri ve bu eylemlere temel olan beden anlayısını gayri mesrulastırmaya dönüktür. Daha önce belirtildigi gibi, kürtaj eylemleri sırasında öne çıkan “bedenim benimdir” sloganı, agırlıklı biçimde bedeni sahip olunan bir nesne gibi konumlandıran anlamıyla yorumlanmıs, bu nedenle de bir tür mülkiyet iliskisi kuruldugu ifade edilen beden üzerindeki “keyfiyet” sorgulanmıstır: Ben inanıyorum ki, bedenimiz hiç kimsenin degil, emanet. Var etmedigimiz, daha sonra yok olmasında müdahil olamayacagımız bir beden üzerinde bu kadar çok iddialı olmak ve onu diledigin gibi kullanabilecegini düsünmek benim inançlarıma uygun degil. Tabii ki bize ait ama son tahlilde bize bir emanet. Onu nasıl koruyacagımız, nasıl kollayacagımız, bu bedenin kıymeti bize bir sekilde ögretiliyor. Ama erkeklerin bu kadar inanılmaz bir sekilde kadın bedeni üzerine söz söylemesi ve bazı arkadaslarımız da biraz pervasızca kürtaj hakkını gözünü budaktan sakınmayarak savunması. kisi de normal degil (Ramazanoglu, 2012b). Yazar, “beden üzerinde bu kadar çok iddialı olmak” ve “onu diledigin gibi kullanabilecegini düsünmek” ifadeleriyle, bedeninin sahibi oldugunu iddia eden kadınların bedenleri üzerinde keyfi biçimde tasarrufta bulunmalarını hedefine yerlestirmektedir. Sezaryenin burçlara göre yapıldıgı yönünde özellikle muhafazakâr basında yayımlanan haberler20 ve kürtajın bir dogum kontrol 19 Özlem Albayrak da “Kürtaja destek amacıyla eyleme dökülen; ama ancak nefrete sebep olabilecek soyunma eylemlerine, bu toplumun içine bir baska günes sisteminden düsmüs gibi gözüken arkadasların ‘biz sizin basörtüsü özgürlügünüze destek vermistik, siz de kürtaj özgürlügünü savunun’ önerilerine kadar geldi dayandı is…” diyerek kürtaj eylemlerinin “yabancılıgına” isaret etmistir (2012b). 20 Örnegin, “Bebegin burcu için sezaryen yaptıran bile var”, Zaman, 20 Agustos 2009; “Bebegin burcu için sezaryen yaptıranlar var”, Yeni Safak, 19 Agustos 2009; “Bebegin burcu için sezaryen”, Bugün, 20 Agustos 2009. Fatma Barbarosoglu da sezaryenle dogumların artıs sebepleri arasında Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 yöntemi olarak hoyratça kullanıldıgına yönelik açıklamalar göz önünde bulunduruldugunda, yazarın, kürtaj yasagını savunanların argümanlarına yaklastıgı düsünülebilir. Her ne kadar Ramazanoglu, erkeklerin kadın bedeni üzerine söz söylemelerini “normal” bulmadıgını söyleyerek kürtaj yasagını savunanlarla arasına mesafe koymaya çalıssa da benzer bir mesafeyi feministlere karsı da koymakta ve feministlerin “erkeklerin/devletin kadın bedeni üzerinde söz söyleme hakkına karsı çıkıs” biçiminde anlamlandırdıkları slogana itiraz etmektedir. Diger yazarlar tarafından da dile getirilen bu itiraz, “yasam hakkı”nın merkeze alınmasıyla temellendirilmektedir. Bir baska ifadeyle, beden üzerindeki keyfi tasarrufun karsısına bir baska “canlının” yasam hakkı çıkarılmıstır: "Bedenimiz bizimdir" sloganına karsılık, bedeniniz baska, bedeninizin içinde büyüyor olmasına ragmen bedeninize dahil olmayan bir canlının hayat hakkı bambaska seylerdir karıstırmayalım lutfen hanımlar, denilebilir. Hayat hakkı devredilebilen ya da vazgeçilebilen bir hak degildir ki, bebegi yasatma ya da öldürme kararını anne verebilsin (Albayrak, 2012a). Alıntıda, embriyo, kadının bedeninin bir uzantısı degil de bedeninin içinde ama ondan ayrı bir varlık olarak kavranmakta, bu kavrayıs tarzı da yasam ya da ölüm üzerindeki karar merciinin kadın olamayacagı argümanıyla sonuçlanmaktadır. Embriyoyu kadından ayrı bir varlık olarak kavrayıs ve bunu takiben yasam hakkını odaga alma hemen hemen tüm yazarlarda ortak bir yaklasım olarak dikkat çekmektedir.21 Bu noktada yazarların, yer yer “cenin” sözcügünü kullanmakla birlikte daha çok “bebek” sözcügünü tercih ettiklerine isaret etmek gerekir. Tercihlerini “bebek” sözcügünden yana kullanmıs olmaları kadının bedeninin içerisinde baslayan “olusumun” yasam hakkını odaga almayı ve dolayısıyla bu konudaki kararın yalnızca kadına bırakılamayacagı fikrini beraberinde getirmektedir. Bu argümantasyon biçimiyle, bireysel bir hak ve tercih olarak sunulan/savunulan kürtaj hakkının bireysel sonuçlarının olmadıgı ifade edilmekte ve böylece mesele kamusal bir soruna dönüstürülmektedir. Bir baska “canlının” yasam hakkıyla ilgili olması nedeniyle kürtajın, kadınlara ait “özel bir mesele” olamayacagının ifade edilmesi, tam da, kamusal ve özel yasam arasındaki sınırlarla ilgili tartısmaların dügümlendigi noktalardan birine isaret eder. Roe-Wade Davası’yla birlikte çocuk dogurma haklarının özel yasam ile gerekçelendirilmesi ve bu konunun “özel bir mesele” oldugu fikrinin popüler hale gelmesi, feministler arasında önemli bir tartısma konusu olagelmistir (Phillips, 1995: 139-140 ). Bu tartısmanın arka planında, böyle bir gerekçelendirmenin özel ve kamusal alanlar arasındaki ayrımı yeniden üretmesi “bebegin dogum saatini, dogum gününü belirleyerek burcuna müdahale etme arzusu”nu saymaktadır (2012b). 21 Bu konuda ayrıca bkz. Aktas, 2012b, 2012c; Karaca, 2012a; Eraslan, 2012a, 2012b. AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 411 yatmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, feministlere göre, çocuk dogurma haklarının özel yasam içinde degerlendirilmesi, özel yasamdaki eril iktidarı ve ataerkil aile içindeki cinsiyet esitsizligi ile ev alanı dısında kadınlara karsı ayrımcı muameleyi mesrulastırmak için kullanılan özel/kamusal yasam ikiligi seklindeki liberal modeli pekistirmektedir (Cohen, 1999: 275). Kısacası, neslin yeniden üretiminin “kisisel tercih” olarak degerlendirilmesi, “kisisel olan politiktir” sloganıyla özel ve kamusal alanlar arasındaki cinsiyetçi ayrımı yerinden etmek isteyen feminist hareketin talepleriyle çelisir görünmektedir. Ancak bu noktada dikkat çekilmesi gereken, feministlerin yasamın “özel” olarak adlandırılan yönlerini tamamıyla reddetmedigidir. Phillips’in isaret ettigi gibi, “feministler bu konuda, kamusal karara açık bazı alanlar ya da etkinlikler ile kisisel meseleler olarak kalması gereken alanlar ya da etkinlikler arasındaki ayrımı korumak isterler” (1995: 142). Baska bir ifadeyle, feministlerin karsı çıktıgı özel ve kamusal alanların varlıgı degil, bu alanlar arasında bastan belirlenmis, sabit sınırların varlıgıdır. Yasamın “özel” olarak tanımlanan ve baskalarını ilgilendirmeyen yönlerinin olması ise kadınların kendi bedenleri üzerinde nihai söz sahibi olmalarını saglamaktadır. slami muhafazakâr kadın yazarların, embriyonun yasam hakkını odaga alarak kadınların kürtaj konusunda bireysel olarak karar vermelerini sorunlastırmaları, üreme haklarının özel yasam kapsamında degerlendirilmediginin isareti olarak okunabilir.22 Bununla birlikte “bedenim benimdir” sloganının liberal imalarına yönelik elestirilerinin haklılık payı oldugunun altı çizilmelidir. Gerçekten de bedenle kurulan böyle bir iliski, kürtajın bireysel hak ve kisisel tercih nosyonları etrafında degerlendirilmesine yol açmakta, bu da bir yandan beden üzerindeki keyfiyet tahayyülüne zemin hazırlarken diger yandan da “(k)adınların yeniden üretim kapasitelerinin patriyarkal bir toplumsal düzen içinde belirlendigini, dolayısıyla da kürtajın kadınlar için bir ihtiyaca, zorunluluga tekabül ettigi gerçegini göz ardı etmektedir” (Toksöz ve Barın, 2012). Ayrıca Bora’nın belirttigi gibi, bedeninin sahibi olan liberal özerk birey kavrayısı, hakların yalıtılmıs biçimde savunulmasını beraberinde getirmektedir ki bedenlerin denetiminin yeni biçimler aldıgı bir dönemde temel haklar söylemi içerisinden hakların yalıtılmıs biçimde savunulması mümkün degildir. Bu nedenle de yapılması gereken kürtajı bir hak olarak savunmak yerine yasaga karsı söz gelistirmektir (2012b). Bu baglamda düsünüldügünde, çalısma kapsamında incelenen kadın yazarlar kürtajın bireysel 22 Afet Ilgaz bu konuda farklı bir tutum sergilemektedir. Ilgaz, hükümetin kürtaj karsıtı açıklamalarının kadınların “harimlerine müdahale” anlamına geldigini ve hükümetin yatak odalarından elini çekmesi gerektigini söylemektedir. Yazar, çocuk sahibi olma ya da olmama kararını ve dolayısıyla kürtaj meselesini özel alana, daha dogrusu ailenin alanına ait bir konu olarak nitelendirmektedir. Ancak yazar, nihai kararın kadınlara ait olması gerektigine iliskin herhangi bir imada bulunmamakta, kararı, kadın ve erkegin beraber alacagına isaret etmektedir. Bu baglamda, kadının kendi bedeni üzerinde nihai söz sahibi olması bakımından, Ilgaz’ın diger yazarlardan tamamen farklı bir konumu oldugunu söylemek mümkün görünmemektedir (Ilgaz, 2012a, 2012b, 2012c, 2012d). Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 bir hak ya da tercih olarak sunulmasına karsı çıkmıs, üstelik kürtajı bir hak olarak savunmayıp kürtaj yasagına karsı söz gelistirmis gibi görünmektedirler. Ne var ki, embriyonun akıbetine iliskin kararın tek basına kadına bırakılamayacagı fikri, kadın yazarların da tıpkı “yasakçı zihniyetleri” nedeniyle elestirdikleri camianın erkekleri gibi kadını bir tür “tasıyıcı” olarak isaretlemesine yol açmaktadır. Zira bu yaklasım kimi zaman yazarların ifadelerinde de dogrudan açıga çıkmaktadır. Cihan Aktas’ın “Yaradan'ın sefkati, rahman ve rahim özellikleri sitayisle hatırlanırken, cenini tasıyan bedene iliskin de ilkeli, aynı zamanda incelikli bir yaklasımın gelistirilmesi büyük önem tasıyor” (2012c) ve Sibel Eraslan’ın “Çocugun yasayıp yasamaması hakkındaki kararı, tasıyıcının “bedenim benimdir” cümlesine teslim edebilir miyiz?” (2012a) seklindeki sözleri bu bakıs açısının örnekleri olarak degerlendirilmelidir. Ceninin “yasam hakkını” odaga alarak kürtaj uygulamasına karsı çıkan yazarların yaklasımında gözlenen bir baska nokta ise dinin kürtaj konusundaki “liberal” yorumlarının oldukça sınırlı biçimde dikkate alınmasıdır. Daha önce belirtildigi gibi, slam’ın farklı mezheplerinde farklı yorumlamalara açık olan çesitli “zaruret hallerinde” kürtaja izin verilmektedir. Yalnızca Yıldız Ramazanoglu (2012a) ve Nihal Bengisu Karaca (2012a), slam müktesebatındaki bu farklı yaklasımları dile getirmis, konunun kesin hükümlerin alanı olmadıgına isaret etmistir. Diger yandan slam’ın kürtaja iliskin bu yaklasım farklılıkları ve “liberal” yorumları, yeni bilimsel verilere uymadıgı gerekçesiyle dikkate alınmamaktadır. Bir baska ifadeyle, geçmiste kürtaja izin verilmesinin o zamanki bilgilerin ısıgında söz konusu oldugu, bilimsel bilginin ulastıgı asama itibariyle embriyonun olustugu anda canlı vasfı kazandıgının anlasıldıgı belirtilerek (Sefkatli Tuksal, 2012b, 2012c; Böhürler, 2012a) bu farklı yaklasımlar geçersiz kılınmakta ve böylece kürtaja karsı yasam hakkı görüsü güçlendirilmek istenmektedir. Yeni bilimsel verilere dogrudan atıf yapmayan ancak meseleye cenin perspektifinden yaklastıgını ifade eden diger yazarlar da, embriyonun olustugu andan itibaren bir “canlı” oldugu yönündeki yaklasımlarıyla aslında zımni olarak bilimin verilerinden yararlanmaktadır. Bu baglamda denilebilir ki, dindar erkeklere karsı mücadelelerinde kendi argümanlarının dinsel boyutunu vurgulayan kadın yazarlar, seküler bir beden anlayısından hareket eden kadınlara karsı mücadelelerinde ise “bilimsel” argümanlara yaslanmaktadır. slami muhafazakâr kadın yazarların kürtaj serbestîsini savunan kadınlardan ayrıldıgı bir baska nokta, kürtajı kavramsallastırma biçimleridir. Kürtaj, tıbbi gereklilikler ve cinsel suçlar baglamında kapı aralanması bakımından kadınların kurban/magdur oldugu durumlarda yapılan/yapılması uygun olan operasyon olarak sunulmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, kürtaj, kadınların kendi istekleri dâhilinde degil de ancak baska çare olmadıgı için yapılan bir operasyon olarak degerlendirilmektedir: AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 413 Hiçbir kadın kürtaja sıcak bakmaz, bakamaz. Velev ki, tıbbi zorunluluklar sebebiyle yatsın bıçak altına! Yasasın kürtaj oldum diye sevinen bir tek kızı yoktur yeryüzünün. (…) Bedendir bu, hayatın acısı ilk ona deger. Bir metalin bedeninizi kesip dograması, kazıması hadisesidir kürtaj... Bu yüzden, kürtaj için tertip edilen festival görüntülerini, bayram havasında tasınan pankartları, otomatik portakal benzeri soyunma seanslarını, irkilerek seyrediyorum. Bu estirilen güya bayram havası oysa... O korkunç kürtaj sandalyesini, kayıslarla dizlerinden baglanmıs kadınların o andaki yapayalnızlıgını, iliklerine kadar sinmis korkusunu, tir tir titreyerek bıçaga yatıslarını, onları o sandalyeye kadar getiren hayat hikayesinin agırlıgını... Yok edemiyor. Örtemiyor (Eraslan, 2012b).23 Sibel Eraslan, kadınları kürtaja yönelten sebeplerin incelenmesi gerektigini savundugu yazısında hiçbir kadının isteyerek bu operasyonu yaptırmayacagını kürtaja iliskin ürkütücü bir anlatı içinden ileri sürmektedir. Yazarın “bedenin dogranması, kazınması, titreyerek bıçaga yatmak, kadının yalnızlıgı” gibi ifadeleri kürtaj yaptıran kadınları bir kez daha magdur konumuna yerlestirmektedir. Yıldız Ramazanoglu da Eraslan’a benzer bir anlatı içinden kürtajı degerlendirmektedir. Ramazanoglu, kürtaj meselesinde erkeklerin kullandıgı dilin otoriterligini elestirirken, kürtajın “acı veren” etkilerinden söz etmektedir: “Hukuki olarak bir yaptırımı olsun olmasın kürtaj kararı almak, zaten yeterince acı verir. Sonuçta birazdan yatacagınız soguk masada canınızdan bir parça, en iyi kosullarda, yasalara, Kitab'a en uygun biçimde bile olsa acıtarak, kanatarak sizden koparılıp alınacaktır” (2012a). Yazar, kadınların hayatlarına mal olması bakımından fiziksel boyutunu vurgulamakla birlikte bu “yaranın” daha ziyade psikolojik boyutuna isaret ederek meseleyi “pismanlık, suçluluk, zorunluluk üçgeninde” (Bolat, 2012: 19) tartısmaya yol açmaktadır.24 Yazısının devamında, “Bu ugurda canından olanlar, psikolojisi bozulanlar, bedeninden söküp attıgı varlıgı belleginden söküp atamadan bu yarayla yasayanlar ne kadar çok” (2012a) diyen Ramazanoglu, kürtajı kimi zaman bir ömür boyu süren travmatik bir olay olarak degerlendirmektedir. Böyle bir degerlendirme biçiminin kürtajı cinayetle esdeger gören anlayısla benzerligi de dikkat çekicidir. Diger yandan “soguk masa, canından parça koparmak, acıtmak, kanatmak” vb. sözcük seçimleri ile Eraslan’a benzer sekilde kürtajı korkutucu bir operasyon olarak sunmakta ve kürtaj yaptıran kadınları da magdurlastırmaktadır. Yine Cihan Aktas’ın “kürtaja mecbur kalan kadınlar” (2012b), “rahimden kazıtılmıs ceninler” (2012c) seklindeki ifadeleri de bu baglamda degerlendirilebilir. Bütün bu ifadeler kürtajın istege baglı olarak, pismanlık duyulmadan yapılabilecek bir 23 Vurgular yazara ait. 24 Candan Yıldız, kürtaja iliskin hurafelere dikkat çektigi yazısında hemen gebelikle beraber ceninin annelik duygusunu insa ettigine dair söylentiye baglı olarak kadının gebeligini sona erdirmek istediginde, duygusal bir travma yasaması zorunluymus gibi bir kabulün olduguna isaret etmektedir (2010: 28). Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 operasyon olarak degil de, tam aksine kadınlara hem fizyolojik hem de neredeyse bir ömür boyu psikolojik olarak acı veren bir operasyon olarak anlamlandırılmasına yol açmaktadır. 4. DEGERLENDRME slami-muhafazakâr kesimin kadın yazarların önemli bir bölümü, 2012 yılının Mayıs ayının son günlerinde baslayan ve kısa sürede ülkenin en önemli gündem maddelerinden biri olan kürtaj konusunda ortaya çıkan iki kutuplu tartısmada farklı bir konum benimsemis görünmektedirler. Bu farklı görünümün temelinde, kadın yazarların bir yandan “bedenim benimdir” argümanından hareketle kürtaj serbestîsinin savunulmasına karsı çıkması, diger yandan da kürtajın yasaklanmasına konusundaki mesafeli ve elestirel yaklasımları yatmaktadır. Yazarlar, hem dini-ahlaki bir zeminde kürtajın yasaklanmasını isteyenlere, hem de seküler bir beden anlayısından hareketle serbestîyi savunan feministlere/feminist örgütlere itiraz etmislerdir. Kürtaj tartısmasında öne çıkan iki kutup arasında salınan konumları, slami-muhafazakâr kadın yazarların yaklasımlarının çözümlenmesini önemli kılmıstır. Kürtajın yasaklanma girisiminin gerisinde dinsel gerekçeler olmadıgını ifade eden kadın yazarlar, bu tartısma çerçevesinde dindar erkeklerin kapitalizmle bütünlesmelerine yönelik elestirilerini harekete geçirmistir. slami muhafazakâr kadınların kendi camialarının erkeklerine yönelik mücadelelerindeki bir strateji olan kapitalizmle bütünlesme elestirisi, erkeklerin sistemle bütünlestikleri oranda slami baglarda uzaklastıgını ifade etmektedir. Tam da bu dogrultuda, kadın yazarlar, kürtaj yasagının gerisindeki ekonomik ve siyasal gerekçeleri ifsa ederek, yasagın dayandırılmak istendigi dini-ahlaki zemini sarsmıslardır. Diger yandan dindar erkeklerin kadınlara karsı çifte standartlı tutumları, kadın sorunlarını görmezden gelmeleri, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini muhafaza etmek isteyisleri, kullandıkları dilin otoriterligi de tartısmaya açılarak yapılan düzenlemenin mesruiyeti sarsılmaya çalısılmıstır. slami-muhafazakâr kadın yazarların, kürtaj serbestîsini savunan kadınlarla mücadelelerinin temel eksenini ise “benim bedenim, benim kararım” sloganının dayandıgı seküler beden anlayısı olusturmustur. Bu beden anlayısının, hem kendi degerlerine ve inançlarına uygun olmadıgı hem de beden üzerinde keyfi davranıslara yol açtıgı iddiası kadın yazarların temel argümanları olarak ortaya çıkmıstır. Emanet bir beden anlayısından hareketle, kürtaja ancak tıbbi gereklilikler ile tecavüz ve ensest gibi cinsel suçların magduru olma halinde cevaz verilmesi, istege baglı kürtaja ise kadının bedeni içinde olusmaya baslayan canlının yasam hakkının ihlali anlamına geldigi için sıcak bakılmaması slamimuhafazakâr kadın yazarların yaklasımlarının temelini olusturmaktadır. AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 415 Kadın yazarların her iki kutupla girdigi elestirel iliski içerisinde ortaya koydukları argümanlar, kürtaj tartısmasında onları tamamen ayrı bir konuma yerlestirmekte midir? Kürtajın yasaklanmasının dayatmacı/otoriter niteliginin, yasaklamanın kadınları merdiven altı uygulamalara yönlendirip hayatlarını tehlikeye sokacagının, kadınları kürtaja iten nedenlerin ortadan kaldırılması gerekliliginin vurgulanması ve tecavüz/ensest vakalarında kürtajın yapılabilirligine isaret edilmesi slami muhafazakâr kadın yazarların yaklasımlarını seküler bir beden anlayısına dayalı olarak kürtajın serbestligini savunanlardan ayırmaktadır. Bunun nedeni, istege baglı kürtajın yasam hakkının ihlal edilmesi biçiminde degerlendirilmesi ve dolayısıyla tıbbi gereklilik ya da cinsel suçların magduru olma gibi baskalarınca kabul edilebilecek mesru gerekçelere baglanmasıdır. slami muhafazakâr kadın yazarların, emanet beden anlayısı uyarınca “yasam hakkını” odaga alarak meseleye cenin perspektifinden yaklasmaları ve kadınların bedensel bütünlükleriyle ilgili kararların baskalarınca kabul edilebilecek gerekçelere dayandırılmasına dair beklentileri, kadınları, kendi bedenleri üzerinde denetim sahibi varlıklar olarak degerlendirmelerinin önüne geçmektedir. Bu durum, her ne kadar çogunlukla kürtajın yasaklanmasına açıktan karsı çıksalar da onları da onların kürtajın yasaklanmasını isteyen kesimlerin argümanlarına yaklastırmaktadır. Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 KAYNAKÇA AGAMBEN, G. (2013), Kutsal nsan, Egemen ktidar ve Çıplak Hayat, stanbul: Ayrıntı. AHMED, L. (2011), “Arap Kültürü ve Kadınların Bedenlerinin Yazılısı”, Pınar lkkaracan (ed.), Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, (Çev. Ebru Salman), stanbul: letisim, ss. 55-74. AYHAN, E. (2012), “Kürtaj ve Uludere: Sömürerek Öldürme ve Yasatmadan Öldürmek”, Birikim, 19 Haziran 2012, http://birikimdergisi.com/guncel/kurtajve- uludere-somurerek-oldurme-ve-yasatmadan-oldurmek (Erisim Tarihi: 10 Agustos 2014). BALSOY, G. (2012), “Politik bir Alan Olarak Kadın Bedeni, Osmanlı Toplumunda Kürtajın Yasaklanması”, Toplumsal Tarih 223, ss. 22-27. BARIN, Ö. (2010), “Avrupa’da kürtaj hakları mücadelesi”, Feminist Politika 7, ss. 40-42. BANET, “Erdogan’dan: Kürtaj Cinayettir”, 25 Mayıs 2012. BOLAT, D. (2012), “ ‘Yasam Hakkı’ Tartısmasına Dair”, Feminist Politika 15, ss.19. BORA, A. (2012a), “Bunların Derdi Money”, Perspectives 2, ss. 49-52. BORA, A. (2012b) “Birlik ve Beraberlige En Çok Muhtaç Oldugumuz Su Günlerde Kürtaj Yasagı”, 05.10.2012, http://www.amargidergi.com/yeni/?p=726 (Erisim Tarihi: 15 Agustos 2014). BORDO, S. (2003), Unbearable weight: Feminism, Western culture, and the body. University of California Press. BUGÜN, “Bebegin burcu için sezaryen”, 20 Agustos 2009. BULUT, N. (2001), “slamcı Kadınların ‘Feminist’ Deneyimleri”, Tezkire 19, ss. 94-104. COHEN, J. (1999), “ Demokrasi, Farklılık ve Özel Yasam Hakkı”, Seyla Benhabib (ed.), Demokrasi ve Farklılık, (Çev. Zeynep Gürata ve Cem Gürsel), stanbul: Demokrasi Kitaplıgı, ss. 268-309. ÇELER, Z. (2012-13), “Annenin Serüveni: Kadının Anne Olarak Toplumsal Kurgulanısı”, Dogu Batı 63, ss. 165-181. AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 417 ÇOKAR, M. (2006), Dünyada ve Türkiye’de steyerek Düsügün Yasal Boyutunun Etik Açıdan Degerlendirilmesi, stanbul: Marmara Üniversitesi Saglık Bilimleri Enstitüsü Yayımlanmamıs Doktora Tezi. DEMRC, T. ve SOMEL, S. A. (2008), “Women’s Bodies, Demography, and Public Health: Abortion Policy and Perspectives in the Ottoman Empire of the Nineteenth Century”, Journal of the History of Sexuality 17(3), ss. 377-420. DREK, Z. (2013), “Benim Bedenim/Bedenim Benim”, http://zeynepdirek.wordpress.com/2013/01/04/benim-bedenim-bedenimbenim/ (Erisim tarihi: 15 Agustos 2014). ERTEM, E. C. (2011), “Anti-abortion Policies in Late Ottoman Empire and Early Republican Turkey: Intervention of State on Women’s Body and Reproductivity”, Fe Dergi 3(1), ss. 47-55. ERYURT, M. A. vd. (2013), “Türkiye’de Nüfus ve Nüfus Politikaları: Öngörüler ve Öneriler”, Amme daresi Dergisi 46 (4), ss. 129-156. ESENDEMR, S. (2001), “ktidarın Bedeni Bedenin ktidarı”, Tezkire 19, ss. 113-118. ETZIONI, A. (2013), “Liberaller ve Toplulukçular”, (Çev. Habibe Gülsüm Müftüler), Toplum Bilimleri Dergisi 7(13), ss. 401-420. FEMNST POLTKA (2010), “stedigimiz zaman, istedigimiz kadar çocuk!”, 7, ss. 22-23. FOUCAULT, M. (2003), Cinselligin Tarihi, (Çev. Hülya Ugur Tanrıöver), stanbul: Ayrıntı. GÜRSOY, A. (1996), “ Abortion in Turkey: A Matter of State, Family or Individual Decision”, Social Science & Medicine, 42(4), ss. 531-542. HESSINI, L. (2007), “Abortion and Islam: Policies and Practice in the Middle East and North Africa”, Reproductive Health Matters 15(29), ss. 75-84. HÜRRYET, “Bakan Akdag’dan kürtaj açıklaması”, 31 Mayıs 2012. KARAÖMERLOGLU, A. (2012), “Türkiye’de kürtajın kısa tarihi”, Bianet, 25 Temmuz 2012. KOMUT, S. (2009), A Discourse Analysis of the Abortion Debate in Turkey and the United States, stanbul: Kadir Has Üniversitesi, Yayımlanmamıs Yüksek Lisans Tezi. Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 KUBLAY, Ç. (2010), slamcı Söylemde Kamusal Alan ve Türban Tartısmaları: Karsıtlıklar, Kırılmalar ve Uzlasmalar, stanbul: Libra. LEMKE, T. (2013), Biyopolitika, (Çev. Utku Özmakas), stanbul: letisim. MILLER, R. A. (2007a), The Limits of Bodily Integrity, Abortion, Adultery, and Rape Legislation in Comparative Perspective. Ashgate Publishing, MILLER, R. A. (2007b), “Rights, Reproduction, Sexuality, and Citizenship in the Ottoman Empire and Turkey”, Signs 32(2), ss. 347-373. MLLYET, “AKP kürtaja karsı”, 23 Aralık 2003. NTVMSNBC, “Erdogan: ‘Benim bedenim” diyenler feminist”, 2 Haziran 2012. OVA, N. (2011), Karsı Hegemonik Bir Söylem Olarak Dindar Müslüman Kadın Söylemi: Çatısma ve Kırılmalar, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamıs Doktora Tezi. ÖZBERK, E. (2003), Nüfus Politikaları ve Kadın Bedeni Üzerindeki Denetim, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamıs Yüksek Lisans Tezi. ÖZKAN-KERESTECOGLU, . (2013), “Mahremiyetin Fethi: deal Aile Kurgularından deal Aile Politikalarına”, Baska Bir Aile Anlayısı Mümkün mü?, Heinrich Böll Stiftung Dernegi Türkiye Temsilciligi, ss. 10-21. PETERSON, A. M. (2012), “From Commonplace to Controversial: The Different Histories of Abortion in Europe and the United States”, http://origins.osu.edu/article/commonplace-controversial-different-historiesabortion- europe-and-united-states/page/0/0 (Erisim tarihi, 10 Eylül 2014). PHILLIPS, A. (1995), Demokrasinin Cinsiyeti, (Çev. Alev Türker), stanbul: Metis. RADKAL, “AKP’de kürtaj konusunda aykırı açıklama”, 8 Haziran 2012. RADKAL, “Basbakan: Her kürtaj bir Uluderedir”27 Mayıs 2012. RADKAL, “Erdogan: 3 çocugu vatana hibe edin”, 8 Agustos 2013. RADKAL, “Tecavüze ugrayan da kürtaj yaptırmamalı!”, 01.06.2012. SSMAN, N. (2001), Kamusal Alanda Basörtülüler, Fatma Karabıyık Barbarasoglu ile Söylesi, stanbul: z. SSMAN, N. (2006), Emanetten Mülke: Kadın, Beden, Siyaset, stanbul: z . AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 419 TARAF, “Kürtaj yasagına karsıyım”, 9 Haziran 2012. TEKEL, S. (t.y.), “Kürtaj Yasası”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi 5, ss. 1200-1201. TOKSÖZ, A. ve BARIN, Ö. (2012), “Kürtaj toplumsal bir hak”, 12 Haziran 2012, http://www.sendika.org/2012/06/kurtaj-toplumsal-bir-hak-ayse-toksozozlem- barin-sosyalist-feminist-kolektif/ (Erisim Tarihi: 10 Agustos 2014). ULUSOY, D. (2013), “Kadınların Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakârlık”, Baska Bir Aile Anlayısı Mümkün mü? Heinrich Böll Stiftung Dernegi Türkiye Temsilciligi, ss. 112-120. ÜNAL, D. ve CNDOGLU, D. (2013, June), “Reproductive Citizenship in Turkey: Abortion Chronicles”, Women's Studies International Forum 38, ss. 21- 31. YAZICI, B. (2012), “The Return to the Family: Welfare, State, and Politics of the Family in Turkey”, Anthropological Quarterly 85 (1), ss. 103-140. YEGENOGLU, M. ve COSAR, S. (2014), “AKP ve Toplumsal Cinsiyet Meselesi: Neoliberalizm ve Patriyarka Arasında Mekik Dokumak”, Simten Cosar ve Gamze Yücesan-Özdemir (ed.), ktidarın Siddeti, AKP’li Yıllar, Neoliberalizm ve slamcı Politikalar, stanbul: Metis, ss.158-181. YEN SAFAK, “Bebegin burcu için sezaryen yaptıranlar var”, 19 Agustos 2009. YILDIZ, C. (2010), “Kürtaj hurafeleri”, Feminist Politika 7, ss. 28. ZAMAN, “Bebegin burcu için sezaryen yaptıran bile var”, 20 Agustos 2009. ncelenen Köse Yazıları ve Röportajlar Aktas, Cihan (2012a), “Kürtaj ve Uludere Kolajı, Taraf, 31 Mayıs 2012. Aktas, Cihan (2012b), “Rus Ruleti”, Taraf, 4 Haziran 2012. Aktas, Cihan (2012c), “Kadın ruhsuz bir tasıyıcı mı?”, 4 Haziran 2012, http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/17941/kadin-ruhsuz-birtasiyici- mi (Erisim Tarihi: 10 Subat 2014). Albayrak, Özlem (2012a), “Kürtaj: Ya yandassın, ya katil!”, Yeni Safak, 5 Haziran 2012. Albayrak, Özlem (2012b), “ Diyanet: Degisebilir roller, degisemeyen ideolojiler”, Yeni Safak, 8 Haziran 2012. Çagla KUBLAY alternatif politika Cilt 6, Sayı 3, Aralık 2014 Atlas, Meryem layda (2012), “Kürtaja da karsıyım, yasaga da”, Radikal, 4 Haziran 2012. Barbarosoglu, Fatma (2012a), “Acılarımız için 'gülme gazı'...”, Yeni Safak, 4 Haziran 2012. Barbarosoglu, Fatma (2012b), “Kraliçe Victoria'nın dogum sancıları”, Yeni Safak, 6 Haziran 2012. Böhürler, Ayse (2012a), “ ‘Darbeleri Arastırma Komisyonu’nun basında iyi ki bir kadın var!” , Yeni Safak, 9 Haziran 2012. Böhürler, Ayse (2012b), “Gardırop Müslümanlıgı'na niye itiraz etmiyoruz?”, Yeni Safak, 7 Temmuz 2012. Eraslan, Sibel (2012a), “Üç kelimede kürtaj: Cenin, cinnet ve cennet”, Star, 31 Mayıs 2012. Eraslan, Sibel (2012b), “Kürtaja yönelten sebeplerle mücadele”, Star, 7 Haziran 2012. Ilgaz, Afet (2012a), “Böyle seyleri söylemek Basbakan’a mı düser?”, Yeni Çag, 28 Mayıs 2012. Ilgaz, Afet (2012b), “Hangisinden yana olsak!”, Yeni Çag, 1 Haziran 2012. Ilgaz, Afet (2012c), “Eskiden edep vardı”, Yeni Çag, 6 Haziran 2012. Ilgaz, Afet (2012d), “Bedenimiz Kimin”, Yeni Çag, 8 Haziran 2012. Karaca, Nihal Bengisu (2012a), “Kürtaj ve sezaryen”, Habertürk, 30 Mayıs 2012. Karaca, Nihal Bengisu (2012b), “Kürtaj yasagı, ‘kimlik’ ve ekonomik büyüme”, Habertürk, 1 Haziran 2012. Karaca, Nihal Bengisu (2012c), “Dindar kadınlardan ‘Uludere’ye adalet” çagrısı”, Habertürk, 3 Haziran 2012. Karaca, Nihal Bengisu (2012d), “Neden AK Parti? Ya da neden degil?”, Habertürk, 6 Haziran 2012. Karaca, Nihal Bengisu (2012e), “Dogmus bir çocugun ‘kürtaj’ sorgusu”, Habertürk, 8 Haziran 2012. Ramazanoglu, Yıldız (2012a),“Erkeklerin kürtajı”, Zaman, 13 Haziran 2012. AP islami muhafazakâr kadın yazarların perspektifinden kürtaj tartısması 421 Ramazanoglu, Yıldız (2012b), “Uludere kırılma noktamız”, 3 Haziran 2012, http://www.radikal.com.tr/turkiye/uludere_kirilma_noktamiz-1089937 (Erisim tarihi: 20 Subat 2014). Sefkatli Tuksal, Hidayet (2012a), “Siyasetçiye yakısan”, Taraf, 7 Haziran 2012. Sefkatli Tuksal, Hidayet (2012b), 'Uludere'de kürtaj yok, çocuk cesetleri var', 6 Haziran 2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25355706/ (Erisim tarihi: 20 Subat 2014). Sefkatli Tuksal, Hidayet (2012c), “Hidayet Sefkatli Tuksal: ‘Çocukların karnı ‘kutsal annelik’ edebiyatıyla degil, yiyecekle doyuyor’”, 17 Haziran 2012, http://kadinlarinkurtulusu.org/hidayet-sefkatli-tuksal-cocuklarin-karni-kutsalannelik- edebiyatiyla-degil-yiyecekle-doyuyor/ (Erisim tarihi: 20 Subat 2014).
|
İslami Muhafazakâr Kadın Yazarların Perspektifinden Kürtaj Tartışması: Eleştirel Bir Değerlendirme |
Copyright © 2009-2023
Alternatif Politika
(Alternative Politics)